AİLE VE GENÇLİK-4
İnsanlık tarihi boyunca var olan ve değişimler karşısında sürekliliğini her zaman koruyan aile kurumu, günümüze kadar kurulmuş bütün medeniyetlerde, hukuk sistemlerinde ve dinde, toplumsal hayatı, birlik ve bütünlüğü sağlamaya yönelik düzenlemelerin esas objesi olmuştur. Bu yönü itibariyle aile kurumu, toplumsal yapıda yerine ikamesi olmayan bir nitelik gösterir. Çeşitli zamanlarda aile kurumuna yönelik olumsuz saldırılara rağmen, aileyi ikame edecek herhangi başka bir toplumsal hayatta söz konusu olamamıştır. Aile kurumunun, yerine konulamayan yegâne kurum olmasının temelinde ise bireyle toplum arasında köprü olmasını gerektiren görevlerinin bulunması yatmaktadır. Evrensel olarak iki farklı bireyin biyolojik, sosyolojik, psikolojik ve ekonomik temelli işlevleri yerine getirmek amacıyla aynı çatı altında yaşamalarıyla başlayan bir kurum olan aile, çocuklarını topluma hazırlanma sürecinde belli bir ölçüde ilk ve etkili bireyler olarak içten, sıcak, güven verici ilişkiler kurmalılar. Her kurum gibi aile de, belli toplumsal bütünün bir parçasıdır. Asırlar boyunca çeşitli değişime uğrayan aile, temel görevlerini muhafaza ederek kendisini idame ettirmiştir. Teknolojik gelişmelerin hayat biçimimize kattığı değişmeler, boş zamanların artış göstermesi, kentleşme, artan toplumsal hareketlilik, bilginin yayılması, kültürler arasındaki alışverişlerin hızlanması gibi gelişmelere bağlı olarak, toplumsal değişme süreci içinde, kuşakların farklı biçimde toplumsallaşması, ebeveyn ile çocuklar arasında farklılaşmalara da yol açar. Öte yandan çocukların, toplum içerisindeki statüleri de ilk olarak aileleri tarafından belirlenir. Ailenin evrensel nitelik taşıyan fonksiyonlarını, makro ve mikro olmak üzere iki boyutta ele alacak olursak; makro boyutunu, neslin devamının sağlanması yoluyla toplumun devamının sağlanması ve kültürün kuşaktan kuşağa aktarılması oluşturur. Mikro boyutunu ise, ailenin varlığını ve devamını sağlamaya, dolayısıyla üreme işlevi, çocuğun toplumsallaşmasını sağla-yan eğitim işlevi, aile üyelerini her türlü tehlikelere karşı koruyuculuk işlevi, aile üyelerinin duygusal doyumu ve dengesinin oluşmasına imkân veren psikolojik işlev, bireylerin bakımı ile geçimlerinin sağlandığı ekonomik işlev oluşturur. Hayat döngüsü içinde her bir evre, anlamını aile bütünlüğü içinde kazanır. İster geleneksel geniş aile, isterse modern çekirdek aile olarak aynı çatı altında ortak bir hayat mücadelesi veren bireyler, pek çok açıdan birbirini tamamlayıcı rol ve statüler ifade eder. Yukarıda sıraladığımız temel görevlerini yerine getiren aileler, bebekliğinden yaşlılığına, doğumundan ölümüne kadar bireyin en önemli hayat kaynağıdır. Aile üyeleri arasındaki ilişkiler ve aile ortamı, psiko-sosyal yönden gelişen bireyin en çok etkileşime uğradığı yerdir. Aile bağları içerisinde gelişen ilişkiler, her birey için yalnız fiziki ihtiyaç ve beklentilerle tarif edilemeyecek kadar geniş, derin ve anlamlıdır. Bu ilişkiler, bireyin kendisine güvenmesini, kendisine ve diğer bireylere karşı sevgi ve saygı duymasını, kimlik kazanmasını, kişilik gelişimini, sosyal beceriler geliştirmesini ve topluma uyum sürecini olumlu hâle getirir. Aile birliğinde aileyi oluşturan bireyler, birbirlerinden etkilenirler. Her yönde etkileşim içerisinde bir bütün olarak hangi çağa nereden, nasıl bakılırsa bakılsın, insanı insan yapanda hiç şüphesiz ailedir. Bireyin sosyalleşme sürecindeki ilk basamağı olan aile özellikle, çocukların yetiştirilmesi ve sağlıklı bir birey olarak topluma kazandırılmasında anne ve babanın birlikte olduğu aile ortamı, günümüzde en büyük ihtiyaçtır. Gencin, toplumsallaşmasının ve sağlıklı birer birey olmasının temelleri ise hayatının ilk altıncı yılında atılmaktadır. 0-6 yaş grubu, insan gelişiminin en hızlı olduğu ve çocukta zihinsel ve duygusal gelişimin %80’inin tamamlandığı bir dönemdir. Çocuğun, bir birey olarak kendini ispatlamaya ve karakterini oluşturmaya çalıştığı, dolayısıyla geri kalan tüm hayatını etkileyeceği bu döneminde anne ve babaların tutum ve davranışları büyük önem arz eder. İnsan hayatının en önemli dönemi olan gençlik ise, bireyin gelecekte ki durumunu büyük ölçüde etkileyen ve biçimlendiren kararların alındığı, insan ilişkilerinin önemli bir bölümünün tamamlandığı dönemdir. Bu bakımdandır ki, gencin aile, okul, iş ve yakın çevresiyle sürdürdüğü faaliyet ve ilişkileri sonucu edineceği davranış, tutum, düşünce ve bilgi birikimi hem kendisinin, hem de toplumun geleceğini biçimlendirecektir. Teknolojik gelişmelerin onun hayatında meydana getirdiği değişimler, boş zamanların artışı, kentleşme, artan toplumsal hareketlilik, bilginin yayılması, kültürler arası alışverişin hız kazanması gibi gelişmelere bağlı olarak toplumsal değişim süreci içinde kuşakların farklı biçimde toplumsallaşması, ebeveyn ile genç arasında farklılaşmalara yol açacağından, bunun ailede bazı sorunların yaşanmasına da neden olabileceği dikkate alınmalıdır. Son yıllarda hızlı gelişmelerin yaşandığı ülkemizde, toplumun temeli olan aile ve çocukların etkileneceği de dikkatlerden kaçırılmamalıdır. Bu etkilenme, kendisini en çok nesiller arasında gösterir. Ebeveynin benimsediği değer ve normlar, uygun gördükleri davranış ve tutumlar, kabul ettikleri fikirler ve dünya görüşleri ile gençlerin bu noktalarda benimsedikleri arasında şüphesiz farklılıklarda söz konusu olacaktır. Bu farklılıkların çatışma boyutuna ulaştırılmamasında ebeveynler ile gençler önemli role sahiptir. Her zaman değişme potansiyelini yoğun bir şekilde üzerinde taşıyan gençlerin bu özelliği göz önünde bulundurularak, gençlerin toplumsallaşmasında yegâne gücün aile olduğunun farkına varıldığı dünyada ve ülkemizde 21. yy’da aileyi destekleyen her türlü plan ve programın geleceğe yapılan en anlamlı yatırım olduğu da unutulmamalıdır. Çocuklarının gelişim sürece olan bu döneminde ailelerin dikkat etmeleri gereken bir diğer önemli noktada onların psikolojik halleridir. Gençlikte görülen davranış bozukluklarının temelinde değersizlik, benlik saygısında azalma ve yalnızlık duyguları yatarken, buna yönelik bir tepki olarak geliştirdikleri yöntem ise, baş kaldırma ve saldırgan davranışlar sergileyerek içlerindeki güçsüzlük duygularını örtme şeklindedir. Kendilerinin güçsüz olmadığını kanıtlamaya çalışan gençler bu aşamada karşılaşılan depresyonla da mücadele ederler. Yalnızlık duygusundan kurtulmak için de insanlardan kaçmak yerine, onlara yakınlaşmayı tercih edebilirler. Aile ilişkileri bozuk, evde istenilmediğini, sevilmediğini düşünen gençler, kişisel ilgiyi evlerinin dışında aramaya yönlenebilirler. Evlerini terk eden, uyuşturucunun tuzağına düşen, genç yaşlarda intihara teşebbüs eden gençlerin büyük çoğunluğu, sevgiyi, sıcaklığı, ilgiyi ailelerinde bulamadıklarındandır. Ailede boşanma, ayrılma ve ölüm gibi hallerde gençlerin psikolojilerinin bozulmasına, dolayısıyla davranış bozukluğuna neden olabilir. Gençlik suçluluğunun nedenlerine gelence, bunlar çeşitlilik arz ederler. Başka bir ifade ile tek bir nedenle meydana gelen bir sosyal hastalık değil, bilakis birçok etkenin belirlediği bir davranış bozukluğudur. Kötü ahlaka sahip bir genci suça yönelten nedenleri üç ana başlık altında toplamak mümkündür: Bunlar; -Gençlerin yapısı, özellikleri ve yeteneklerine ilişkin etkenler, -Gençlerin yetiştiği aile yapısı, aile içi düzensizlikler ile anne ve baba ilişkileri, -Gençlerin ve ailenin, içinde yaşadığı toplumsal ortam, maddî hayat koşulları ve ailesinden alamadığı dinî eğitimden yoksun olarak yetişmeleridir. Bu etkenler, birbiriyle sıkı sıkıya ilişkili olarak sonucu belirler. Gençlik çağında işlenen suçların gittikçe arttığı ve büyük bir toplumsal sorun hâline geldiği, sanayileşmeye bağlı olarak ta hızla büyüyen kentlerde, gençler arasında çatışma, soygun, yaralama, adam öldürme, içki ve uyuşturucu kullanımı ile cinsel sorumsuzluk da yaygınlaş-maktadır. Bu durumun düşündürücü yönü ise, suçluluk oranındaki yükselişin genç nüfusun artışından daha hızlı olmasıdır. Daha çok büyük şehirlerde işlenen bu suçların sürekli artma-sına karşın gençliğe ve ailelerin huzur ve selametine yönelik yapılan faydalı çalışmalardan rahatsız olan bazı kimselerde bulunmakta. Ailesine, vatanına, milletine dolayısıyla tüm insan-lığa faydalı birer birey olmalarına yenilik yapılan, bırakın faydalı çalışmaları yazılanlardan dahi rahatsız olan bu kimseler şunu çok iyi bilsinler ki, belki yarın kendi çocukları da uyuşturucunun birer kurbanı, ya da kendilerinin katili olabilirler. Kişiler hangi siyasi görüşe sahip olurlarsa olsunlar, hangi dine mensup olurlarsa olsunlar, hangi meslek gurubundan olurlarsa olsunlar, insanlığın zararına olan fiil ve eylemlerin devam etmesini, gençliğin sorumsuzca, fütursuzca yetişmesini aile bağlarının kopup, huzur ikliminin yok olmasını savunmaları kabul edilebilir bir düşünce olamaz. Bu nedenledir ki, her bireyin özellikle ve öncelikle yapması gereken görevi insanlığın faydasına olan her türlü çalışmaya katkıda bulunmasıdır. 11.07.2012
Hamit KURT
|