Hepimiz bir imtihan dünyasında yaşamaktayız. İmtihan ise herkesin gücüne ve sahip olduğu nimete göredir. Hz. Âdem (a.s) ile Hz. Havva annemizden günümüze değin insanlık, türlü türlü imtihanlara tâbi tutulmuş, kıyamete kadarda tutulacaktır. Kimileri mallarıyla, kimileri evlatlarıyla, kimileri canıyla ya da fiziksel bir engelle denenirler bu kulluk yolculuğunda. Bu imtihan süreci sabır ve metanetle geçirilirse, Rabbimiz tarafından vaat edilen nimetler şüphesiz bizim olacaktır. Birçok ülkede olduğu gibi ülkemizde de engelli kardeşlerimiz bulunmaktadır. Gerek doğuştan, gerekse sonradan ortaya çıkan engellilik durumu çalışmaya, üretmeye, başarıya ve nihai hedefe ulaşmaya asla engel değildir. Engelli olduğu halde azimle, inançla kararlılıkla çabalayan ve tarihe adını yazdıran nice abide şahsiyetler vardır. Yeter ki insanların önüne engeller konulmasın, yeter ki gönüller engelli olmasın. Hafazanallah, ya gönüller engelli olursa? Engelli olmak, hor görülme, itilip kakılma sebebi de değildir. İnsanlar, kendi tercihi olmayan durumlardan dolayı hiç kınanabilir mi? Hepimiz, görünüşe değil; gönle değer veren Allah’ın birer kulları değil miyiz? Bizim Peygamberimiz, “Allah sizin görünüşünüze, malınıza, mülkünüze bakmaz; yalnızca kalplerinize ve amellerinize bakar.” buyurmuyor mu? Dinimize göre asıl üstünlük, Allah’a yakın olmak ve insanlığa hayırlı hizmetler sunmakta değil midir? İslam Dini insanın, "zübde-i kâinât ve eşref-i mahlûkât" olarak görür. Yüce Kitabımızda ise, her türden insanın; sağlıklı ve hastaların, engelli ve sağlamların, inananlar ve inkarcıların, zenginler ve yoksulların, şükredenler ve nankörlük edenlerin, kadınlar ve erkeklerin, yaşlılar ve gençlerin tasvirini hep birlikte zikreder. Yüce Kitabımızda, Hz. Musa gibi dilinde düğüm olanlar, evlat hasretiyle döktüğü yaşları sonucu gözlerini kaybeden Hz. Yakup’lar, yakalandığı amansız hastalıktan dolayı bîçare hale gelen fakat; yine de isyan etmeden Rabbine sığınan Hz. Eyüp’ler ve gözleri görmeyen Abdullah İbni Ümmi Mektum’u farkında olmadan incittiği için, âlemlerin Rabbi tarafından ikaz edilen Son Peygamberin hatıraları vardır. O Peygamber ki, daha sonra o zâtı defalarca Medine’de kendi yerine vekil olarak bırakmış, yine O Peygamber ki, ortopedik engeli bulunan Muaz b. Cebel’i genç yaşına rağmen vali olarak tayin etmiştir. Efendimiz, bunları yaparken de fiziksel özellikleri değil, liyakati, aklı ve bilgiyi öncelemiştir. Dinimiz, görmeyenin gözü, duymayanın kulağı, güçsüzün eli, konuşamayanın dili olmayı sadaka kabul ederken, engelli birine engel olmayı, rahatsızlık vermeyi ise lanetler. Unutmayalım ki; asıl engelliler aklını, gönlünü, kalp gözünü, elini, dilini bilgiye, şefkate, merhamete, hikmete ve ilahi gerçeklere kapayıp, insanlığını ayaklar altına alanlardır. Engelli pek çok kardeşimizin, engin gönül yapısıyla Allah katında değerli olabileceği de göz ardı edilmemelidir. Fiziksel engelli insanlarımızı toplumdan dışlamadan, içinde yaşadığımız hayata intibak sağlamalarına yardımcı olalım. Yeter ki gönüllerimiz engelli olmasın, ya gönülleri engelli olanlar, asıl engelliler bence onların tâ kendileridir. Bu vesile ile, samimiyetle tüm engelli kardeşlerimizi topluma kazandırmak için öz yaşamından üstün fedakarlık örneği sergileyen "KÂDİM" şahsiyetleri yürekten tebrik ediyor, sevgi ve esenlik dileklerimi sunuyorum. 20.12.2013
Hamit KURT
Not: Yorum, soru ve önerileriniz için lütfen üye olunuz.
|