Korku, çekinme, kuşku duyma, inanmama, bağlanamama ve itimat edememe gibi içsel hislerin zıddı olan, insanların bir arada yaşayabilmeleri, ortak işler yapabilmeleri, ortak harekette bulunmalarını sağlayan ve insan yaşamının en önemli unsurlarının başında gelen his, şüphesiz güven duygusudur. Şu halde, ilişkilerde güveni nasıl tanımlamalıyız? Güven nasıl oluşur? Güven; güvenen kişinin, güvenilen bireyin yararına ya da önem verdiği değerleri yönünde davranacağına, bağlı kalacağına, sadakatlilik örneği göstereceğine inanarak, onun karşısında sorgulamaktan uzak, savunmasız kalmayı, ön yargıdan uzak olmayı göze almasıdır. Güvenin oluşumunda iki tarafın da etkisi vardır. Güvenen kişinin güvenmeye olan açıklığı ve yatkınlığı ile, güvenilen kişinin verdiği güvenilirlik sinyalleri, bir arada, güveni meydana getirir. Güveni anlamanın bir diğer yolu da, kişi yukarıdaki çizelgeye oturtulduğunda bunların tam zıddında bulunan, kendisini kapama ve korumaya geçme duygusuna bakmaktır. Güvenin olmadığı ilişkilerde kişi rahatsız olur, kendisini hep diken üstünde hisseder. Her an ve her hareketini, karşısındakinin bakış açısıyla değerlendirmeye ve kontrol etmeye çalışır, duygu ve düşüncelerini özgürce ifade edemez ve gizler, bu da oldukça can sıkıcı ve yorucu olur onun hayatında. İnsanın, muhatabına güvenebilmesi için, onun kendisini sevdiğinden, koruyup kolladığından, maddi ve manevi desteği ile kendisinin yanında olduğundan emin olmak ister. Şayet; insan, karşısındakine sevgiden önce merhametle yaklaşıyor, koruyup kolluyor, onun her haliyle halleniyor, maddi, manevi hiç bir desteğini esirgemiyorsa, onu güven testine tabi tutmakta garabetlikten başka bir şey olamaz. Ancak; güvenmeden de bunların doğru olup olmadığını görmek mümkün değildir. Örneğin, kişinin muhatabına emanet ettiği bir sırrı olmadan, o sırrı gerçekten tutup tutamayacağını bilemez. O sır diye verdiği özel yaşamındaki kesitlere yardımcı oluyor, o değerler sahipleniliyorsa işte burada, güvenin kendisini aramamak, insan yaşamının en büyük kaybı olurken, yaşam boyu da bu kaybının acı ve ızdırabını yaşar hayatının her alanında. Şayet, güven konusunda tereddütler yaşanıyorsa, küçük adımlarla başlamak ve insanın kendini rahat hissettiği kadar paylaşması, güvenin uzun vadede daha kalıcı olmasını da sağlayabilir. İlişkilerde güveni oluşturmak için öncelikli olarak zamana ihtiyaç vardır. Beraber yaşanan anılar çoğaldıkça, dertlerden ve mutlu günlerden beraber geçildikçe, insan karşısındaki kişiyle, yakınlık ünsiyeti kurar ve ona daha da yakınlaşır. Paylaşımlar ve karşılıklı yatırımlar arttıkça da güven duygusu perçinleştirilir. Güvenin temelini oluşturan elementlerin en önemlilerinden birisi de, karşı tarafın verdiği sözü yerine getirip getirmediğidir. Diğer bir ifadeyle; söz verdiğinde, o kişi sözlerinin arkasında ne pahasına olursa olsun durabilme erdemliliğini gösteriyorsa, bu kişiye her durumda güven duyulabilir. Elbette, önümüze çıkan her insana güvenmemiz de mümkün değil. Şayet, verdiği sözü hiç yerine getirmiyorsa, yada getiriyormuş görüntüsü oluşturup çeşitli bahanelerle unutturuyorsa işte o zaman burada güvenmemek daha akılcı bir yaklaşım olacaktır. Bakış açısı, dini yaşamı, sosyal hayatı, geçmişte ve günümüzde muhatap olunan bireyler, politik görüşü, öğrenim ve iş hayatı, iş arkadaşları, sosyal alanın en önemlisi haline gelen sosyal paylaşım siteleri ( Facebook-Msn.vs.) ile telefonda geceli gündüzlü muhatap olduğu kişiler, geçmiş yaşamında kalan izler, aile yapıları gibi alanlarda, güvenin temeline etki eden elementlerdir. Bu alanlar, kişiye duyulacak olan güvenin basamaklarını oluşturur. Yapılan araştırmalar, güvenin oluşumunun, karşı tarafın kendisi ve hayatı üzerinde ne kadar kontrol sahibi olduğu ile, doğru orantılı ilerlediğini göstermektedir. Ailesinde, iş hayatında, özel yaşamında, arkadaş ortamında, hobilerinde, iradesinde kararlı ve düz bir çizgide ilerleyen insanlar, daha güvenilir olarak algılanırlar. Kişi, karşısındakine güvendikçe daha rahat bağlanır ve onunla hayatını paylaşır. Güvenmek kolay olmasa da, insanlar zaman içerisinde güvene dair belirtileri saptamayı öğrenirler. Zor zamanlarında yanlarında olan, ihtiyaç duyduklarında maddi, manevi desteğini esirgemeyen mutluluklarını paylaşan kişilerde hep güveni bulurlar. Aynı zamanda; birey her şeyden önce kendisine güvenecek ki muhatabına karşı bu duyguyu besleyebilsin. Çünkü; ikili ilişkilerde özellikle, kişinin kendisine olan güveni her şeyin önünde yer alır. Güvenin önünde gurur, ihtiras, yalan, bencillik duygusu, günü birlik nefsani hisler, duygularla alay etme vs. gibi hissiyatlar taşıyorsa, o yaşamın her alını göz yaşıyla, acıyla ve ızdırapla geçer. Bir diğer önemli hususta şudur; maalesef biz toplum olarak, gururla güveni karıştırır olduk. Şeytani bir his olan gururu güven alanına da müdahale ettirdik, neredeyse gururumuzdan öleceğiz. Şeytanı, Allah'ın lânetine uğratıp "Esfele Sefilin" aşağılıkların en aşağı tabakasına indiren gururu ve gururunda ısrar etmesi değil miydi? İşlenen cinayetlerin, yıkılan yuvaların, dökülen göz yaşlarının, meydana gelen savaşların, akan kanların, her geçen gün artan intiharların, bozulan ticaretlerin, yapılan kavgaların arkasında güvensizlik duygular ve gururun hakim olması yatmıyor mu? Mevlana c.r'de; " Güvendiğin dağlara karlar yağdığında en güzel çare, dağ ile karı baş başa bırakmak.", "İstediğin kadar seviyorum de, namaz kıl, sadaka ver, umut verip, güven aşılayıp da yarı yolda bıraktığın insanın gönül sadakasını her iki cihanda da veremezsin." demiyor mu? Mekke'de, Tâif''te ve medeniyet şehri Medine'de her fırsatta kendisini katletmek için pervasızlığın en seçkin örneğini sergileyen Mekkeli müşriklerin dahi Âlemlere rahmet olarak gönderilen Resulü Kibriya Efendimiz Hz. Muhammed'e; verdiği sözü ne pahasına olursa olsun yerine getiren, merhametinden, müşrikte olsa hiç kimseyi nasipsiz ve yarı yolda bırakmayan, dürüstlüğünden, sadakatinden, güvenilirliğinden asla ve asla taviz vermeyişi, onu bırakın Müslümanların gönül coğrafyasında, müşriklerin gönül dünyasında dahi "EL EMİN" mertebesine yüceltmedi mi? Peygamber Efendimizin Müslüman'ı; "...Elinden dilinden zarar gelmeyen kişidir." şeklindeki tarifinde dahi güven duygusu yatmıyor mu? Ahmet Yesevi, Hacı Bayram-ı Veli, Hacı Bektaş-i Veli, Mevlana c.r, Şeyh Edebali, Taptuk Emre ve Yunus Emre gibi daha nice bilge şahsiyetleri, insanlık âleminin gönül coğrafyasında zirveye taşıyan duygunun temelinde güven hissiyatı yatmıyor mu? İslam ve insanlık tarihinin kıymet hükümleriyle dinamik öğretileri, asırlar boyu kavgalı toplumların dahi birleştirici unsuru olurken, insanlığa kazandırdığı evrensel sevgi tasavvurunu gönüllere gıda yapan, medeniyet ve kültürümüzün köklü kavramlarından olan "GÜVEN DUYGUSU", bireysel ve bencil, anlık cismani hazlara, aşkın mânâ ve ruh damarları kopmuş materyalist düşünce biçimlerinin ortaya koyduğu geçici heveslere dayalı zevklere âlet edilemeyecek kadar asil bir duygu, yüce Allah'ın insanlara bahşettiği, kâdim zamanlardan günümüze, geleceği kucaklayan ve insanı, yaşamında ayakta tutan en kıymetli, evrensel ve içsel bir histir. 08.01.2014
Hamit KURT
Not: Yorum, soru ve önerileriniz için lütfen üye olunuz.
|