Sözlükte aile; "ar", ayle'den türemiş, temelini anne-babanın teşkil ettiği, kan ve süt bağı ile birbirlerine bağlı fertlerden oluşan küçük topluluk; nesep ve evliliklerle bir araya gelmiş, bir çatı altında bulunan, en az iki yetişkin insandan ve çocuklardan meydana gelen kurumsallaşmış, biyo-psiko-sosyal ve dini bir gurup, topluluktur. Kur'an'ın tabiriyle, "Sizlere, içinizden huzura kavuşacağınız eşler yaratıp aranızda muhabbet ve rahmet var etmesi, O'nun varlığının işaret 'belge"lerindendir. Bunda düşünen akıl sahipleri için nice ibretli dersler vardır." tanımıyla huzur otağı, birbirinden farklı ritüel’ler, gelenekler, yapılanmalar ve özellikler göstermesine rağmen evrensel kurum, Birleşmiş Milletler tanımıyla da kadın ve erkeğin yasal birleşmesi ifadesiyle zemin bulan yapıya evlilik denir. İlk insan ve ilk peygamberimiz olan Hz. Âdem (as) ve Hz. Havva annemizden bu yana evlilik, yani aile var idi. Çünkü bu; insan olmanın gereği olduğu gibi, dini ve sosyal bir vecibedir de. Tarihin kaydettiği bütün topluluklarda, hatta en ilkel klanlarda bile evlilik ve aile vardı. Bu durum, kadın ve erkeğin aileler kurarak bir arada yaşamalarının fıtratı gereği olduğunun nişanesidir. Evlilik nedir? ve hangi gayeyi gütmektedir? Evlenecek olan bireyler, öncelikli olarak bu soruların cevabını bulmalılar. Evlenmek ve yuva kurmak her genç için tabi bir ihtiyaç ve hak olduğu kadar, dini bir vazifedir de. Ancak; bununda doğası ve dinin öngörüleri doğrultusunda şekil bulması gerekir. Dinin öngörüleri doğrultusunda gerçekleştirilmeyen, yanlış zamanda ve zeminlerde, doğasına aykırı bir şekilde istem dışı yaptırılan evlilikler, maalesef toplumsal travmalara neden olmakta, daha ilk başta aile içi çatışmalara, dolayısıyla da devasa toplumsal sorunların temel dinamiği olmaktadır. Sosyologlara göre, 14–19 yaş grubunu kapsayan gelişme çağındaki nüfus, toplumsal olarak olgunlaşmamış bireyler olarak tanımlanır. Bu yaş aralığındaki bireylerin, toplumsal rollere uyum sağlayamadıkları ve toplumsal gelişimlerini tamamlayamadıkları kabul edilir. Türkiye’de, toplumsal sorunların belki de ilk sıralarında çocuk yaşta evlilikler gelmektedir. Bu yaş aralığında evlendirilenler de, evlilik sonrası arkadaşlarından kopma, özgüven eksikliği, toplumsal faaliyetlere katılamama gibi sorunlar tespit edilmiştir. Tıp literatürüne göre ise, ilk regllin 14 yaşında görülmesi halinde, 14–21 yaş aralığı, genital sistemin olgunlaşma süreci sayılır ve bu yaş aralığındaki kızların, cinsel gelişimlerini tamamlayamadıkları kabul edilir. Dolayısıyla, bu yaşlarda evlenen kızlarda, evlilik sonrası hamile kalamama, prematüre gebelik, rahim kanseri gibi hastalıklar meydana gelmekte. Cinsel ilişkiye, biyolojik olarak hazır olmayan kızların, çocuk yaşta evlilik yaptırılarak kendilerini cinsel eylem içinde bulmaları, genital bir dizi hastalığa davetiye çıkarmanın yanı sıra, kalıcı psikolojik rahatsızlıkların oluşmasına da neden olmaktadır. Bu sebepledir ki, hangi gerekçeyle olursa olsun, en az on sekiz yaşını doldurmadan evlendirilmeleri sosyolojik olarak ve tıbben de uygun görülmemiş, uluslararası hukuk normları da kız çocuklarının erken yaşta evlendirilmelerini, onlara yönelik şiddet olarak kabul etmiştir. Büyük değişimlerin mimarı olan, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammet (SAV)'de, İslam Dini olarak, insanlara tebliğ ettiği “Din” ile mensubu bulunduğu kültürde önemli reformlar yapmış, sosyal yaşamın birçok alanında ve kurumlarında geleneksel haline gelmiş yaşam biçimlerinde "âdetlerde" büyük ölçüde değişimleri gerçekleştirmiştir. Aile yapısı, evlenme yaşı, kadının konumu, evlilik ve boşanma gibi sosyal hayatın en basat değerleri, söz konusu değişimden pay alan kurumlar arasında yerini almıştır. Peygamber Efendimiz; 9–16'lı evlenme yaşını, 54 yaşlarında bir erkeğin, oyuncaklarla oynama çağındaki bir çocukla evlenmesi olarak nitelemiş, bu tür evlilikleri, bir anlamda şehvetperestlik olarak nitelendirerek ileri yaştaki bir erkeğin, çocuk yaşta kızla yaptığı evliliği “garip evliliği” diye yorumlamıştır. Kur'an-ı Kerim'de de;“Yetimleri evlenme çağına gelinceye kadar deneyin; reşit olduklarını anlarsanız, mallarını kendilerine verin...” buyrulmak suretiyle çiftlerin evlenme çağına gelmelerini, dolayısıyla reşit olmaları şartını getirmiştir. Emeviler'le başlayıp, Abbasiler ile kemikleşen dini gelenekte ise, Kur’an ve Sünnet’in yerini töreler ve geleneklerin almasıyla, bu devirde de çocuk yaşta evlilikler gerçekleştirilmiştir. Kur’an ve Sünnet’in hükümleri dışında olan bu tür uygulamalar aile içi felaketlere, ölümlere, intiharlara, hatta cinayetlere bile zemin hazırlarken, bunun adının ise töre cinayeti konulması, hazin bir durum değil mi? Geleneksel ve kültürel yaklaşımlar sonucu 12`sinde zorla evlendirilen, 13`ünde doğum yapan, 14`ünde ise yaşamını kaybeden yüz binlerce kadersiz kız çocuklarının, yıllardır süre gelen sessiz çığlıklarına, daha ne kadar kulaklarımızı tıkayacağız? Uçsuz bucaksız çilelerle dolu yaşam Umman’ın da ki sessiz çırpınışlarına hala el uzatmayacak mıyız? Son istatistikî rakamlara göre 181 bini aşan, fiziksel, ruhsal ve sosyal bakımdan gelişimlerini tamamlayamamış nice isimsiz kadersizlerin vebalini nasıl vereceğiz? Dünya ölçeğinde her gün 39 bin, yılda 16 milyon çocuk yaşta evliliğin gerçekleştiği kızların bedenleri ve ruhları üzerindeki tahakküm, bir hak ihlalinden öte, insanlık katliamı değil de ya nedir? Henüz, İslam'ın teşekkül etmediği cahiliye döneminde, kız çocuklarının diri diri toprağa gömüldüğü karınlık o devirlerle, şimdiki dönemde yapılanların ne farkı var? Son 10 yıl içerisinde 54 kızın 12 yaşında, 2.217 kızın 13–15 yaş aralığında, 4.711 kızın ise 16–17 yaşlarında evlendirilmeleri, bu vahşetin ürkütücü boyutlara geldiğinin göstergesi değil mi? 1975 yılında Nevşehir’de dünyaya gelen, henüz 14 yaşına girerken, görücü usulü ile yaşının büyütülmesi suretiyle, bırakın o yaşta evlenme arzusunu, evliliğin ne anlama geldiğini dahi idrakten uzak bir yaşta, ailesinin baskısı ile evlendirilen, eşine nasıl davranması gerektiğini bilemeyen, ev işlerini yapamadığından dolayı eşinden ve ailesinden fiziksel şiddet gören, 16'sında oyuncaklarla oynama çağında iken, kucağına çocuk verilen Ayşelerin, 13 yaşındayken okuldan alınarak başlık parası karşılığı 40 yaşlarında bir erkekle evlendirilen ve 16 yaşında anne olan, yaşının kat be kat üzerinde bir sorumluluğun içerisine itilerek şiddet gördüğü eşinin evi terk etmesi sonucu 3 çocuğu ile ortada kalan Ordu'lu Hatice'nin, 25 yaşındaki E.D ile resmi nikâhsız yaşayan ve nüfus kaydına göre 11 yaşında olan Bolu İlinin Mudurnu İlçesinde ikamet eden Z.Ç gibi daha nicelerin, çocukluklarını yaşamadan ve yaşattırılmadan, evlilik gibi ciddi bir kurumda o minicik omuzlarına, devasa yükü yükleyenler bu vebalin altından nasıl kalkacaklarını hiç düşündüler mi? Maddi, ya da manevi sebeplerle kendilerinden yaşça büyük olan erkeklerle evlen-dirilen bu kızlar, ilerleyen süreçte toplumsal bir sorun olarak karşımıza çıkmayacaklar mı? Ne yasalarımızın, nede İslam Hukukunun kabul etmediği çocuk yaştaki evlilikler gün geçtikçe gizliden gizliye büyüyerek 21.yy da devasa bir sorun haline gelirken, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerimiz ile ülkemizin diğer yörelerinde on’lu yaşlardaki bu kızlarımız, bin veya iki bin dolar karşılığında, 40’lı, 50’li hatta ve hatta 60’lı yaşlardaki erkeklerle evlendirilecek kadar vahşi bir kararla karşı karşıya bırakılmaları, hangi mantıkla izah edilebilir? Birkaç gün öncesine kadar okul bahçesinde arkadaşları ile çeşitli oyunlar oynayan, çocuk gelin-anne olduktan sonra henüz kadınlığın, cinselliğin ne olduğunu dahi bilemeden, ne yazık ki ailenin talihsiz ve ilkel kararıyla para karşılığında zorla kadın rolüne sokulan, arkadaşlarından, öğretmenlerinden, gencecik yaşlarında kaderlerine boyun eğdirilmek zorunda bırakılan, hak iddiasında bulunma sözü dahi verilmeyen, uzun ve meşakkatli bu evlilik yolculuğuna dâhil edilmeleri, yaşamdan koparılmak zorunda bırakılmaları, yeni yeni gelişmekte olan çocukluk dünyaların da fırtınaların kopartılması hangi vicdanla bağdaştırılabilir? Bireyin sosyolojik, psikolojik, fiziksel ve ruhsal gelişimini tamamlayamadan yaptırıldığı bu tür evlilikler, "Çocuk Hakları Sözleşmesi" gibi uluslararası sözleşmelere göre de kabul görmezken, dünyanın pek çok bölgesinde uygulanan erken evliliklerin ülkemizde de artarak gizliden gizliye devasalaştırılmasının önüne geçmek için, radikal kararlar neden alınmıyor? Erken yaşlarda evlendirilmeleri sonucu başta sağlık ve eğitim olmak üzere, yaşamsal birçok hakları ellerinden alınan, fiziksel, biyolojik ve psikolojik gelişimlerini tamamlayama-dan, modern tıbbi yöntemlerden uzak bir biçimde çocuk sahibi olarak, ağır sorumluluk altına itilmeleri, doğum sırasında hayatlarını kaybetmeleri, cinayet değil de ya nedir? Ataerkil ve geleneksel toplum yapısında, erken yaşta evliliklerin normal görülüp, meşrulaştırılması, yasalarda yasaklanmış olmasına rağmen devam ettirilmesi ve sağlıklı bir takibin yapılmayışı, onlara yapılan en büyük haksızlık değil mi? Resmi nikâh olmaksızın yapılan evliliklerin oranı ülke genelinde %21,3 iken, bu oranın Doğu Anadolu Bölgesinde %36,6’ya çıkmasının önüne geçilememesi neyle izah edilebilir? Modern dünya olarak beyinlerimize zorunlu olarak nakşettirilen ülkelerden Kanada’da 15–19 yaş aralığındaki kızlarda evlenme oranının %0,6, İngiltere’de %1,7, Almanya’da % 1,2, ABD’de %3,9 şeklinde seyretmesi düşündürücü değil mi? Erken yaş evlilik sebeplerin temelinde sosyo-ekonomik gerekçeleri, gelenekleri, görenekleri, dini inançların yanlış algısını, eğitimsizliği ve aile içi şiddeti neden görmezden geliyoruz? Bunca travmalara neden olan çocuk gelin-anne sorunu ortadan kaldırmak için, öncelikli olarak, eğitim seviyesinin yükseltilmesi, dini eğitim süzgecinden mutlaka geçiril-mesi, çocuklarının zorunlu eğitim ve öğretimlerini tamamlamayan ailelerin tespit edilmesi ve haklarında yasal işlem başlatılması, örgün eğitim içinde yer alan çocuklar için erken yaşta evlenmenin sakıncalarının anlatıldığı kazanımların müfredata eklenmesi, anne-çocuk sağlığı, üreme sağlığı gibi konuların müfredatta yeterince yer alması, geleneksel değerlerin hâkim olduğu, ekonomik yönden az gelişmiş bölgelerde yatılı bölge okulları ve pansiyonların açılması, "Haydi Kızlar Okula Kampanyası” çerçevesinde kızlarda okullaşma oranının artırılmasına yönelik kampanyaların düzenlenmesi, meslek edindirme kurslarına önem verilerek, bayanların iş kurabilmelerine imkân sağlanması, erken yaşta evliliklerin tıbbi, psikolojik ve sosyolojik sakıncaları konusunda ailelerin eğitimden geçirilmesi, erken yaştaki evliliklerin sağlık açısından zararları ile erken evliliğin sebep olduğu erken gebeliklerin meydana getireceği tehlikeler hakkında, toplumun geneline yönelik bilgilendirme çalışmalarının yapılması, farkındalığı arttırmak adına, toplumsal hayatı etkileyen yazılı ve görsel basından yararlanılması, devletin ileri gelenlerinin, erken yaşta evliliğin sakıncalarına değinecekleri spot konuşmalarının görsel medya ile halka duyurulması, sorunlarla karşı karşıya kalındığında ise şikâyet başvurusu yapılacak birimlerden olan emniyet, adli birimler ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığına müracaat edilerek zaman geçirilmeden olaya müdahale edilmesi, bu alanda atılması gereken öncelikli adımlar arasında yer almalıdır. Toplumun, cinsiyet temelli eşitsizliklerinin temel kaynağının, çocuk evlilikleri olduğu düşünüldüğünde, iktisadi kalkınma sağlanmadan, kişi başına düşen milli gelir artırılmadan, sosyal devlet anlayışı yeniden hâkim kılınmadan, yalnızca gönüllü gayretlerin eseri projelerin, çocuk gelin-anne sorununu çözmede yetersiz kalacağı da göz ardı edilmemelidir. Gelenek ve görenekler adı altında, yıllar boyu devam ede gelen bu ilkel uygulamalar, toplumda büyük bir travmalara ve ülkenin gelişmişlik seviyesini ileriye taşıma çabalarını doğrudan alaşağı edeceği de unutulmamalıdır. Bu bakımdandır ki; geleneksel ve kültürel yaklaşımlar sonucu, eğitim hakları ellerinden alınan, çocukluklarını dahi yaşamalarına müsaade edilmeyen, yüreklerinden fışkıran umut pınarlarını, gözlerinden akıtmak zorunda bırakılan, okul bahçesinde arkadaşları ile oynadıkları oyunları dahi kendilerine çok görülen, henüz kadınlığın, cinselliğin ne olduğunu dahi bilemeden sadece aile rızası ve para karşılığında, kendilerine kadınlık rolü biçilen, arkadaşlarından, öğretmenlerinden, gencecik yaşlarında kaderlerine boyun eğdirilmek zorunda bırakılan, kaderinin çizilmesi anında dahi söz hakkından mahrum bırakılan, uzun ve meşakkatli, çilelerle, acılarla, gözyaşlarıyla dolu dolu geçecek olan bu evlilik yolculuğuna dâhil edilmeleri, hayattan kopma zorunda bırakılmaları, yeni yeni şekillenmeye başlayan çocuksu dünyalarında fırtınaların kopartılması, iç âlemlerinin çölleştirilmesi, sağlıkları ve psikolojilerinin bozulması, inançlarını ve geleceğe dair tüm umutlarını kaybetmeleri, 12`sinde evlendirilen, 13`ünde doğum yapan, 14`ünde ise hayatını kaybeden yüz binlerce sessiz çığlıkların sahibi, toplumun fark edemediği bu kadersizlere, yenilerinin eklenmemesi için, başta anne-baba olmak üzere idarecilerin, eğitimcilerin, din görevlilerinin ve toplumun, ortaya koyacakları iradeleriyle, ivedi bir şekilde bu ilkelliğe son verilmesi, 21.yy. dünyasında elzem hali gelmiştir. 23.01.2014
Hamit KURT
NOT: Görüş, öneri ve sorularınız için lütfen üye olunuz!...
WEB: aileveyasam.com
|