Kâinattaki yaşam yolculuğuna doğduğu topraklardan başlayıp, kışın çamurlu yazın tozlu sokaklarında çocukluğunun geçtiği, hayallerinin yeni yeni filizlendiği kerpiç evlerde sevdikleriyle birlikte kendini mutlu ve güvende hissederek büyüdüğü toprakları bırakıp, yaşamın en verimli çağları, umutları, hayalleri, en kıymetli zamanı olan gençlik yılları elinden alınan insanın hayata dair en önemli ve müstesna zaman dilimini eriten Metropol Köyler, kurumuş yaprak misali savrulan yorgun yürekler. Her bireye gurbet nedir diye sorulsa, Metropol Köyler için vardır elbet kendilerince bir cevabı; Kimilerine göre doğduğun topraklardan ayrı kalıp, sevdiklerinin cenazelerine dahi hasret bırakan, kimilerine göre geride bıraktığı sevdiklerinden, akrabalarından, çocukluk arkadaşlarından, yolunu gözleyenlerden, can dostlarından uzak kalmak. Kimilerine göre bilinmeyen coğrafyalarda, bilip de bilmenin ötesinde biz olamadığımız ve asla bizim olamayacak topraklarda olabilmek, kimilerine göre bir zamanlar davul zurna ile karşılandığı, şimdi ise ev sahiplerinin bile kapıyı gösterdikleri yer. Kimilerine göre dilimizi, kültürümüzü, özümüzü, akrabalarımızı, geçmişimizi unutup doğu-batı sentezinin garabeti olan ve insanlık yaşam kültürünü yıkanların olduğu yer, kimilerine göre ise “Karnımın doyduğu her yer, benim vatanım” deyip bir hayal uğruna çıkılarak, insanlık onurunun dahi maalesef ayaklar altına alındığı yer. Hani ayrılıklar konusunda düşüncelerimizi çeşitli şekillerde dile getirir, duygularımızı zaman zaman öylesine coşkuyla paylaşırız ya ve; “Gurbet o kadar acı ki...’’ diye başlayan hüzünlü nağmeler kulağımıza öyle acı gelir ya, işte o zaman bir hüzün çemberi sarıp sarmalar, alıp götürür o doğduğumuz topraklara bizleri. Aslında dünya hayatı, biz insanlar için sınırları olmayan uçsuz bucaksız Metropol bir köy, başlı başına da gurbet değil mi? Belirli bir süre için bu dünya hayatı ve içindeki tüm güzellikler, biz insanlara emanet olarak verilmedi mi? Acısıyla, tatlısıyla, hüzünlerimizle, sevinçlerimizle yaşayıp gitmeyecek miyiz bu yerlerden? Şimdi ise; insanlık değerlerinin aşındığı, hayatın anlamının hızla kaybolmaya başladığı, insanlık fıtratının bozulmaya yüz tuttuğu, kula kulluğun sınır tanımadığı, cehaletin, ahlaksızlığın, saygısızlığın kol gezdiği, hakkın, hakikatin, adâletin, faziletin ve yüksek ahlâki değerlerin yok olduğu, rahmet çağrısıyla tarihin akışını değiştiren, insanlığın kalbini ve aklını aydınlatan Kur’an-ı Kerim’in ilahi mesajının dahi yok edilmeye çalışıldığı, aklın, ilmin, ahlâkın, sabır ve vefanın, sadakat ve samimiyetin yok edildiği şu metropol köyler, güçlü iken müşfik olmanın, haklı iken özveride bulunmanın, haksızlığa karşı gür sedanın azaldığı, akıl ve imanın önüne nefis ve dünyevileşmenin geçtiği, hikmetli sözlerin yerini, şehvetli ve ihanet içerikli sözlerin aldığı, çağdaşlık ve medeniyet denilerek çıplaklığın, ahlaksızlığın, edep ve hayadan yoksun yaşamın insan hayatına hakim kılınmaya çalışıldığı, örnek davranışların, insanlık tarihindeki İslam kültür ve medeniyetinin, maalesef bağnazlık, yobazlık vs. denilerek yok edildiği yerler haline getirilmedi mi? Toplumsal alanların her karesinde, metroda, otobüste, dolmuşta, trende, sokaklarda caddeler-de, binalarda, hatta ve hatta kamu kurum ve kuruluşlarında dahi saygının, sevginin, ahlâki davranışların, söylemlerin yerini, argo ve ahlâksız kelimelerin aldığı, büyüğe saygının, milli ve manevi değerleri koruma ruhunun yok edildiği birer arena değil mi? İnsanlığın umut dolu gönül coğrafyasına iman, teslimiyet, sadakat ve samimiyet tohumlarının atıldığı, bunalan sineleri imanla buluşturulduğu, birbirlerine ısındırıldığı, ilim ve irfan mekânları iken, ırkı, rengi, dili, bölgesi ve coğrafi farklılıkları sebebiyle dışlanan, horlanan, haklarının gasp edildiği ve dahası, hayat hakkının dahi elinden alındığı yerler haline getirilmedi mi? Müslümanların kardeş olduklarını, tek vücut olduklarını, aynı bütünün birer parçaları, aynı binanın tuğlaları, aynı inanca bağlı bir ümmet olmanın huzur ve mutluluğunu yaşatan, namazda kıbleye dönerken, Kâbe’de tavaf ederken, Arafat’ta vakfeye dururken ümmet olmanın, bir ve beraber olmanın en güzel örneklerini sergileyen sevgilisi Peygamberimiz Hz. Muhammet Mustafa'nın örnekliğine, önderliğine ve rehberliğine, onu okumaya, anlamaya, dahası yaşamaya her zamankinden daha çok ihtiyacımız var iken, Allah’ından Peygamberin-den, dininden ve insanlığından dahi uzaklaştırılmak istenilen yerler haline getirilmedi mi? İslam’ın sevgi, saygı, bilgi, ilgi ve hikmet üzere inşa ettiği aile kurumunun yapısını dahi bozup, boşanmaların %40'lara dayandığı 21.yy dünyasında, paranın ve teknolojinin esiri olarak bedenlerin, birer mata halinde satıldığı pazar haline getirilmedi mi? Oysa cahiliye toplumunda dahi yaşanmayan yaşantıların, günümüz bilgi çağında, türlü türlü umutlarla yollarına revam olunan Metropol Köylerde yaşamak zorunda kalan insanlığa reva görülmesi, yorgun yüreklerin çoğalmasına, onca güzide değerlerin kaybolmasına neden olmaz mı? Çocukluğun, gençliğin, sevgiye dair tüm güzelliklerin arkada bırakılarak çıkılan ve adına da gurbet dediğimiz o yaşam yolculuğunda, acı tatlı hatıralarımızın olduğu ve her hatırladığımızda burnumuzun direğini sızlatan doğduğumuz o topraklara geri döndüğümüzde, uğrunda bunca değerleri heba ettiğimiz Metropol Köylerin bize katkısı ise, maalesef beli bükülmüş bir beden, içinde ise yorgun mu yorgun sızılııııı bir yürek. Sevgi ve esenlik dileklerimle. 05.07.2019
Hamit KURT
ANKARA
|