Hiç şüphesiz ki iyiliğin, huzur ve mutluluğun temeli dürüstlük, fert, aile ve toplum hayatının intizamı da doğrulukla mümkündür. Doğruluğun olmadığı bir yaşam içerisinde huzur, sükûn, bereket ve mutluluktan söz etmemiz mümkün olmadığı gibi gözyaşı da eksik olmaz. Bir aile içinde doğruluk olmazsa, o ailenin fertleri arasında ülfet, muhabbet, huzur ve güvenin varlığından söz etmemiz de mümkün değildi. Yalan söyleyeni çok olan bir toplumdan iftiralar, düşmanlıklar, zinalar, bereketsizlikler, aldatmalar, gözyaşları boşanmalar, cinayetler ve anlaşmazlıklar hiç eksik olmaz. Aleyhimize de olsa nefsimizi doğru söylemeye alıştırmalı, çocuklarımıza hakikati konuş-manın büyük bir fazilet olduğu öğretilmelidir. Sahip olunacak şeref ve meziyetin ve de başarının bu yolla kazanılacağı misallerle anlatılarak yalancılığın çok kötü bir huy olduğu hem kendi beyinlerimize hemde çocuklarımızın beyinlerine nakşetmeliyiz. Yalan, insanların birbirine düşmesine, toplumun her alanında ahengin bozulmasına sebep olduğu için çok çirkin ve insanlığında en aşağılık yönü şeklinde tanımlarken aynı zamanda manevi bir hastalık ve manevi bir virüstürde. Dinimiz, yalan söylemeyi haram kılmış, dünyada da ahrette de huzur, mutlu¬luk ve kurtuluşun doğru söylemekte olduğunu bildirmiştir. Nitekim Peygamber Efendimiz: "Münafığın alameti üçtür: Konuştuğu zaman yalan söyler, söz verdiği zaman sözünde durmaz, kendisine bir şey emanet edildiği zaman emanete hıyanet eder " bir başka hadis-i şeriflerinde, "Yalan ile iman bir arada duramaz." buyurarak mümine yalanın yakışmayacağını vurgulamıştır. Kişi yalan söylediği zaman, yalanının er geç meydana çıkacağını bilmeli ve söylediği yalanlarından dolayı topluma ailesine ve içerisinde bulunduğu toplumsal hayata birgün ama mutlaka birgün rezil olacağını unutmamalıdır. Çünkü yalan, sahibini utandırır. Kişinin yalancı olduğu bir kere anlaşılınca, söylediği doğru sözlere de artık kimse itibar etmez, inanmaz. Bazıları, sen nasıl olsa bana inanmayacaksın seninle tartışmayacağım deselerde o kişinin yalanından dolayı kendisine inanılmadığını kabul etmesinin, artık yalancı halenden dönmesinin zamanının geldiğini, bunun ise erdemlilik olduğunu bilmesi gerekir. Peygam-berimiz (s.a.s.) şöyle buyuruyorlar: "Doğruluktan ayrılmayın. Çünkü doğruluk insanı iyiliğe, iyilik de cennete götürür. Yalandan kaçının. Zira yalan, insanı kötülüğe, kötülük de cehenneme götürür. İnsan, yalan söyledikçe, Allah indinde yalancı diye yazılır." Buyurmuşlardır. Fatiha Suresi’ni her gün namazlarımızda okumakta ve Yüce Rabbimize “bizi doğru yola ilet” diye dua ederiz ve biz müminler bilmekteyiz ki doğru yola, kurtuluşa ulaşmak ancak dinin emirlerini yerine getirip yalandan uzak durup yasaklarından kaçınmakla, özü sözü bir, güvenilir Peygamber (s.a.s)’in güvenilir ümmeti olmakla mümkündür. Her alanda bizlere örnek olan Peygamber Efendimiz (s.a.s), yalandan, yalancılıktan uzak durulmasını, dürüstlük konusunda da sözlerimizle ve yaşantımızla örnek olmamazı söylemiştir. Kız çocuklarının diri diri toprağa gömüldüğü, her türlü ahlaksızlığın baş gösterdiği bir toplumu Peygamber Efendimiz, yirmi üç sene gibi kısa bir sürede değiştirerek üstün meziyetlerle donanmış örnek bir toplum haline getirmesinin altında yatan sırlardan biri de O’nun yalandan yalancılıktan uzak güvenilir ve dürüstlüğü değilmidir? Öyle ki, daha peygamberlik vazifesi verilmeden önce bizzat düşmanları tarafından “Muhammedül-Emin” diye isimlendirilmedimi? Doğruluk, dürüstlük sadece sözden ibaret değildir. Mümin; “Ameller niyetlere göredir” “Müslüman, insanların elinden, dilinden güvende oldukları kişidir” nebevi düsturlarını hayatının her anında ve her alanında kendisine rehber edinendir. Mümin, Rabbine olan sarsılmaz imanıyla güvende olan, sahip olduğu olgun kişiliği ile de güven duyulandır. Dünyanın geçici ve süfli emellerine aldanmayandır. Mümin, olduğu gibi görünüp, göründüğü gibi olan, çevresinde sevilip sayılandır. Mümin, özü sözü farklı olanların, bu özelliklerini değiştirmedikleri müddetçe münafıklık hasletine sahip olduklarını, münafıkların “yalancıların” ise cehennemde en şiddetli azaba maruz kalacaklarını aklından çıkarmayandır. Eşyanın hissiyata galebe çaldığı, gündelik ilişkilerin sunileşmeye yüz tuttuğu şu zamanda doğruluğa, dürüstlüğe, yalansız bir yaşama ne kadar çok ihtiyacımız var değil mi? Ruhi bunalım geçiren milyonlarca insanın bu rahatsızlığının temelinde yalancılık olduğu neden bilinmiyor ki? Bezen çok basit menfaatler uğruna işimize geldiği gibi çıkıveriyor yalanlarla dolu kokan sözcükler ağzımızdan. Oysa, gönüller sultanı şanlı Nebi (a.s): “Allah’a iman ettim de, sonra da dosdoğru ol”8 diye öğütlemiyor mu bizlere? O halde, gelin doğru olalım, yalandan riyadan, haysiyetsizliklerden, günümüzü boş yerlerde geçirmekten uzak durup doğrularla yoldaş olalım, eğilip bükülmeden “elif” gibi dimdik duralım şu kısacık kalan ömrümüzde. İslam’ın insanlığa öğrettiği ve Müslümanlarda bulunmasını istediği güzel vasıflardan bir diğeri de hayâ duygusudur. Yalancıda haya olmaz. Hayâ, İslam ahlâkının özü, imanın da bir parçasıdır. Bundan dolayı Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Her dinin bir ahlâkı vardır. İslam’ın ahlakı da hayâdır.”1 “İman yetmiş küsur şubedir. En üstünü Allah'tan başka bir ilah bulunmadığına iman etmek, en alt derecesi de insanlara zarar verecek şeyleri yoldan kaldırmaktır. Hayâ da imandan bir şubedir.” İslam ahlâk bilginleri, hayâyı; Allah’a karşı hayâ, insanlara karşı hayâ, kişinin kendisine karşı hayâsı, olmak üzere üç kısma ayırmışlar ve şöyle açıklamışlardır: “Allah’a karşı hayâ, O’nun emir ve yasakları olan başta yalandan uzak durup diğer emirlerine uymakla olur. İnsanlara karşı hayâ, onlara eziyet etmemek ve yanlarında çirkin işler yapmaktan ve çirkin sözler söylemekten kaçınmakla olur. Kişinin kendisine karşı hayâsı ise, edepli olması demektir.” Peygamberimizin “Utanmıyorsan dilediğini yap” buyurması, hayânın insanı kötülüklerden alıkoymada ne kadar güçlü bir unsur olduğunu ortaya koymuyor mu? Allah Teâlâ da: “Kim de, Rabbinin huzurunda duracağından korkar ve nefsini arzularından alıkoyarsa, şüphesiz, cennet onun sığınağıdır.” buyurarak edep ve hayâ timsali insanları cennetle müjdelemektedir. Edep ve hayâ sahibi olmak, aynı zamanda saygı, hoşgörü, adalet, dürüstlük, sevgi ve nezaket gibi güzel vasıflara sahip olmayı da beraberinde getirir. Bundan yoksun olan insanlar, toplumun oyuncağı olur. Onlar tarafından gece-gündüz kullanılır ve saygınlığını da yitirirler. Düşünebiliyor musunuz, eşinin ve diğer insanların yanında yalanından dolayı saygınlığını yitiren kocayı, yalanından dolayı eşinin ve diğer insanların yanında saygınlığını yitiren hanımı, yalanından dolayı ailesi çevresi yanında saygınlığını itibarını güvenilirliliğini yitiren insanları. Şu unutulmamalıdır ki, yalan söylüyen her kim olursa olsun hangi yaşta olursa olsun hayatında hep aldatır, hep aldatılır kullanılır. Bir erkek ya da kadın yalan söylüyorsa o başta eşi olmak üzere tüm insanlığı kesinlikle ama kesinlikle aldatır, Her türlü ahlaksızlığında utanmadan sergiler, çünkü yalancı kişide ne ar olur nede haya, hiç bir şeyden utanmaz, sıkılmaz. O bakımdandır ki, anne ve babalar olarak hele hele şu bilgi çağında insanlığı bir veba hastalığı gibi saran özellikle telefonlarda, sosyal paylaşım sitelerinde sabahlara kadar web cam karşısında tüm ahlaksızlıklarını sınırsızca ve fütursuzca sergileyenlerin yalanlarının havada uçuştuğu, birden çok “en az 5 tane” msn adresi ve facebook adresleriyle başka başka kişilerle yalana dayılı sahte sözcüklerle bilgisayarda “web cam” da her türlü sapıklıkların, iğrençlik-lerin, ahlaksızlıkların sabahın ilk saatlerine kadar yaşandığı, devlet dairelerinde, özel işyerlerinde mesai yerine yalanlar üzerine sözde dostluklar-arkadaşlıklar, sanal aşklar, sekslerle vs. zamanların katledildiği bu iğrenç ortamdan uzaklaşıp insan olduğumuzu hatırlamalıyız. İnsanlığımıza geri dönmeliyiz. Beynimizde yerleşen bu yalan virüsünü formatlayıp, onun beynimize günlümüze, dilimize, belimize ve diğer azalarımıza bıraktığı tüm ahlaksızlık, iğrençlik virüslerinden biran önce kurtulmalıyız. Yalancının ne sözüne, nede yemini inanılamayacağı gibi, yalancı hangi yemini ederse etsin, ister Allah adına ister, Kur’an-ı Kerim üzerine, ister peygamberler üzerine, ister Kâbe üzerine ve isterse tüm manevi değerleri üzerine, sevdikleri, yakınları üzerine yemin ederse etsin onun yeminini bozması muhakkaktır ve bozarda. Bu bakımdandır ki yalan söyleyen insanın ne aile hayatı, ne iş hayatı huzurlu olur. Evinden bereket, ömründen ömür, bedeninde sağlık, inancından değerler yok olur, yok olur yok olurken, Allah korusun yalancı yalınını sürdüre sürdüre namusunu satacak duruma kadar da gelir. Bu bakımdandır ki, toplumsal bir sorun olan ve hemen hemen küçük yalandan bir şey olmaz diyerek ilk başvurulan yalanların hayatımızın etkilemediği hiç bir alanı olmadığı gibi hayatımızın hiç bir alanında da yer etmemesi için gelin şu yazıyı okuduğunuz andan itibaren samimiyetle Allah’a söz verelim, tövbe edelim ve en küçüğünden en büyüğüne kadar hiç bir zaman ve hiçbir yerde, hiç bir şekilde sonucu bedel ödemekte olsa yalana tenezzül etmeyelim. Etmeyelim ki gönlümüze, evimize ve iş hayatımıza huzuru gelsin. Unutulmasın ki evlerde kaynayan huzursuzlukların, ahlaksızlıkların temeli, odunu “YALANDIR” Dilimizle, beynimizle, kalbimizle istikametimiz yalandan uzaklaşıp doğruluk üzere olunması dileğiyle selam ve sevgilerimi sunarım... 30.12.2012
Hamit KURT
|