İnsanı bir şeye veya kimseye karşı yakın ilgi ve bağlılık göstermeye yönelten duygu, muhabbet hissi... Düşünmeye, aramaya, yapmaya, aksiyona yönelten etkenler manzumesi... Yaratıcı’ya ve yaratılanlara karşı içten, karşılıksız bağlılık... Büyük ve emsalsiz Tek Zatın hoşnutluğu için benlikten sıyrılma, bedenî ve cismanî hazları terk ederek her şeyi feda edebilme duyarlılığı... Küçükten büyüğe varlıkları merhametle kucaklayabilme erdemi... Gönül dünyası ve mana âleminin ledünni ilacı... Ruhlarımızın yatışmasında ve huzura ermesinde şifa kaynağı... Hayatın temel dinamizm unsuru, varlıkların evrensel niteliği ve insanlık ailesinin bütün zamanlardaki özlemi ve ortak temennisi... İnanç, bakış, kültür ve değer yargıları farklı kitleleri bir birlerine yakınlaştıran derunî eğilim... Bilge kişiliğin inkişafında motivasyon öğesi, insanın mana boyutlu terakkisinde engel oluşturan bencillikleri törpüleyen, arif/kâmil kişilik kazandıran belirleyici faktör... Tarihin derinliklerinden günümüze intikal eden diğerkâmlık imgesi... Denebilir ki, bütün dinlerin özünde ve kadim medeniyetlerin temel âlem tasavvurlarında insan sevgisi, merkezî bir konumda olmuştur. Sahih inanç ve yüksek bilinç düzeyine sahip mümin için sevgide en öncelikli olan, hiç şüphesiz Allah sevgisidir (muhabbetullah)... Nezih insanlık meziyeti olan sevginin yerinde ve gerektiği nispette kullanılması mümin olabilmenin temel şartı sayılmış, bu gerçek “...İman edenlerin Allah’a olan sevgileri ise (onlarınkinden) çok daha fazladır.” ( Bakara, 2/165) ayetiyle hatırlatılmıştır. Şu halde iman sahibi her insanın, Yüce Yaratıcı’yı her şeyden ve herkesten daha çok sevmesi dinin ona yüklediği önemli bir görevdir. Sevginin kuşatıcı atmosferine, Peygamberimizin, “...Allah ve Rasülünü her şeyden çok sevmek, sevdiği kimseyi de yalnızca Allah için sevmek; Allah onu küfürden kurtardıktan sonra tekrar küfre dönmeyi ateşe atılmak gibi kerih görmek” ( Riyâz’üs-Salihin, c.1, s.408, h.n: 377) olarak formüle ettiği beyanları ile ulaşılabilir. İnsan elbette meşru, makul ve ölçülü olmak kaydıyla başka şeyleri ve başkalarını sevebilecektir. (Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, DİB Y., c.1, s.159) Bu, Rabbi tarafından fıtratına yerleştirilen muhabbet hissinin tabii bir sonucudur. Yeter ki Allah’a ait olan sevgi her zaman başkalarına duyulan sevgilerin önünde yer almış olsun. Sevgide önceliği Yüce Mevla’dan gayrisine vererek farklı bir eğilim içine girmek, insanı telafisi güç mahrumiyetlerle karşılaştırabilir; ubudiyeti yalnızca Allah’a has kılarak ve sevgide O’nu eşsiz bilerek kazanılan “özgürlük erdemi” kaybedilebilir. Başka bir ifade ile insan; Mabudu Mutlak olan Allah’a bütün benliği ve özüyle bağlanacağı yerde, bu görevi ihmal edip kula kulluk gibi bir arızaya yakalanabilir. İlmi ezelisi ile kullarının noksanlık ve zaaflarını bilen Allah (c.c.) merhametinin tecellisi olarak onları her konuda olduğu gibi sevgi hususunda da ölçülü tavır takınma yönünde uyarmaktadır. İslâm, insanı Allah’ın sonsuz kudret ve sanatının muhteşem bir eseri olarak, bizatihi sevilmeye layık mükerrem bir varlık olarak görür. Onun, -dini inancı, milliyeti ve etnik kökeni ne olursa olsun- haklı bir gerekçe olmadan incitilmesine, eziyete uğratılmasına, sevgide dışlanmasına, temel insan haklarından mahrum bırakılmasına cevaz vermez. Ancak materyalist ve yayılmacı düşünce biçimi, insan dâhil her şeye fayda zaviyesinden yaklaşmış; ona ürettiği kadar değer verme gibi indirgemeci bir yolu benimsemiştir. Bu türden anlayış, insanlığın hemen her asırda gündemini fazlasıyla meşgul etmiş, sevgi kavramının anlamını yüzeyselleştirmiş, manevî boyutunu dışlayarak daraltmış ve dünyevî çıkarlara alet etmiştir. Hatta iş daha da ileri boyuta taşınarak; sevgi, maddeci literatürlerde cismanî zevklerin dar şablonuna hapsedilerek geçici zevklerin kurbanı edilmiştir. Sevgi ve sevgili söylemlerinde çok kere dışa tekabül eden cihet hatırlanmış, metafizik boyut yok sayılmıştır. Hazzı, hayatın amacı ve moral değerlerin üzerinde gören doktrin (hedonizm) bu zihniyetin ürünüdür. Hâlbuki sevgide temel olan, karşılık beklemeden sevmektir. Çıkara dayalı sevgi; kısa soluklu, taraflar bakımından neticesi elem ve ıstırap doludur. İnsan bizatihi sevilmeye layık üstün kılınmış bir varlık olduğu için sevilmeli, ona karşı gösterilen ilgi menfaate dayalı olmamalıdır. Sevginin mana ve mahiyetine en mütenasip yaklaşım ve uygulamaları biz; hayat bahşeden ahlâk ilkeleri bırakan ve beşer plânında sevginin en seçkin örneklerini sergileyen sevgililer sevgilisi Hz. Muhammed (a.s.)’in misyonu ve mesajında görüyoruz. Resulü Ekrem efendimiz; sevgiye muhtaç gönülleri fethettiği gibi, “ ...Bir birinizi sevmedikçe mümin olamazsınız...” (Riyâzü’s- Salihin, c.2, s.228, h.n:851)); “ Bir birinizle münasebetleri kesmeyin, bir birinize arka çevirmeyin, dargın durmayın, bir birinizi kıskanmayın. Ey Allah’ın kulları kardeş olun. Bir birinizi sevin.” (Riyazü’s- Salihin, c.3, s.154, hn:1601) buyurarak yakınlaştıran, kucaklayan bir yolu benimsemiş; mümin olmanın, kurtuluşa medar olacak işler gerçekleştire-bilmenin önemli bir adımının sevgi olduğuna dikkat çekmiştir. Peygamber efendimiz, bu bağlamda izlediği mükemmel yöntemle sevgiye susamış sineleri muhabbet atmosferinde yoğurmuş, kin ve intikam dolu gönülleri arındırarak sevgi temelli model toplumunu şekillendirmiştir. Bu anlamda, Müslümanlık âleminin medeniyet merkezi Medine sevgi, kardeşlik ve dayanışmanın emsalsiz örneklerine tanık olmuştur. Hayalleri, sevgileri ve iç dünyaları yıkılmış, ümitsizlik girdabında perişan edilmiş niceleri, Rahmet Peygamberinin kuşatıcı saadet ikliminde sevgi medeniyetinin benzersiz çağını yaşamıştır. Böylece, insan onurunu hiçe sayan karanlık cahilliye devrinin kalıntısı, kaba, sert, itici ve kıyıcı ilişki biçimlerinin kökü kazınmıştır. Bunun yaşanmış örnekleri hacimli kitaplar dolduracak kadar çoktur. Bunlardan; Fars ülkesinden kalkıp medeniyetin merkezi Medine’ye koşan Selman, Bizans’ın bin bir entrikalarıyla çalkalanan cemiyet yapısından bunalarak sevgi güneşinin dünya ufkunu aydınlattığı Peygamber şehrine yerleşen Suheyb… Sadece birer örnektir. Habeşistan’dan getirtilip köle yapılan, daha sonra sevgi Peygamberini tanıyınca onun mana yoğunluklu saadet halkasına iltica eden, inancı uğruna ağır işkencelere maruz bırakılma pahasına tevhidi haykıran, okuduğu Kur’an ve ezanın sedalarıyla Medine semalarını yankılandıran Müezzin Bilal’le; ilk İslâm eğitim kurumu Suffa’da yetişip dünyanın dört bir yanına Hz. Muhammed (s.a.s.)’in sevgi yüklü mesajının, bunalmış ruhları aydınlatan ışığını taşıma coşkusu ile ülkelere koşan saadet asrının yıldız simaları da başka örneklerdir. Dahası, sonraki asırlarda aynı kaynaktan beslenerek kültürümüzün manevî kodlarını yapılandıran Ahmet Yesevi, Hacı Bayram ve Hacı Bektaş-ı Veli, Mevlana, Yunus Emre gibi bilgeler de, insanlık tarihinde ma’kes bulmuş şahsiyetlerdir. İslâm uygarlığının kıymet hükümleriyle dinamik öğretileri, yüzyıllardır kavgalı toplumların birleştirici unsuru olurken; insanlığa kazandırdığı evrensel ve aşkın nitelikli sevgi tasavvuru da gönüllerin temel gıdası olmuştur. Medeniyet ve kültürümüzün köklü kavramlarından sevgi, bireysel ve bencil anlık cismanî hazlara, aşkın mana ve ruh damarları kopuk materyalist düşünce biçimlerinin ortaya koyduğu geçici heveslere dayalı zevklere alet edilemeyecek kadar asil bir duygu, Yüce Yaratıcının insanlara bahşettiği, kadim zamanlardan günümüze geleceği kucaklayan evrensel bir erdemdir. 01.04.2013
Hamit KURT
|