Sözlükte; "menetmek, engellemek, alıkoymak, bağlamak, sığınmak ve tutmak" gibi anlamlara gelen akıl terim olarak düşünmek, duyu vasıtalarıyla idrak etmek suretiyle bilinmesi mümkün olan şeyleri bilme ve anlama gücü, iyiyi kötüden ayırt etme kabiliyeti, varlığın hakikatini idrak melekesi, maddî olmayan, fakat maddeye tesir eden demektir. Cenab-ı Hakk'ın insan bedenine müteallik halk ettiği ruhânî bir cevher, hak ve batılı birbirinden ayıran, insanı koruyan, helâk edici yollardan uzaklaştıran kalbî ve ruhî bir kuvvet. Kur'ân'a göre, insanı diğer varlıklardan farklı kılan, onun her türlü davranışlarına anlam kazandıran ve ilâhî emirler karşısında sorumlu kılandır. Kur'an-ı Kerimde 75 ayette geçen akıl, bilgi edinmeye yarayan bir güç ve doğru düşünmenin ölçüsü olarak sunulmuştur. "(Hidâyet çağrısına kulak vermeyen) kâfirlerin durumu; sadece çobanın bağırıp çağırmasını işiten hayvanların durumuna benzer. Çünkü onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir. Bu sebeple düşünmezler." (Bakara, 2/171), "Ve: şâyet kulak vermiş veya aklımızı kullanmış olsaydık, (şimdi) şu alevli cehennem'in mahkûmları arasında olmazdık! Diye ilâve ederler." (Mülk, 67/10) Kelâm ekolleri de aklın mahiyeti hakkında farklı yorumlarda bulunmuşlardır. Ahmet ibn-i Hanbel ve Hâris el-Muhasibî aklın; "faydalıyı zararlı olandan ayırt etmesi için Allah tarafından insana doğuştan verilen bir tabiat (garîze)" olduğunu belirtmişlerdir. Maturidî'ye göre akıl, "varlıkları ve onlarla ilgili bilgileri tasnif ederek sonuçlar çıkaran ve insana kıyas yapma gücü veren zihnî bir alettir." İmam Eş'arî de aklı, "vacip, mümkün ve muhal olan hususları bilmek" şeklinde tarif etmiştir. Mutezile ekolüne mensup bilginler ise aklı, "Hakikatin bilinmesini sağlayan kaynak veya insanı diğer varlıklardan ayıran ve nazarî bilgilerin öğrenilmesini sağlayan bir güç" olarak değerlendirmişlerdir. Aklı, ruhî bir güç olarak kabul eden Elmalılı M. Hamdi Yazır’da onu; duyulardan hareketle, duyularla elde edilemeyen, bilgiyi bizzat keşfeden idrak aleti şeklinde tarif etmiştir. Kelamcılar; aklı duyu organlarının ve beynin çalışmasından doğan maddî bir kuvvet kabul eden natüralist, materyalist filozofların aksine, onu insanda doğuştan mevcut olan ruhî bir güç olarak kabul etmişlerdir. Kelâmcılara göre akıl genel olarak iki kısma ayrılır: 1-Garîzi Akıl: Her insanda doğuştan var olan ve insanın diğer canlılardan ayrılmasını sağlayan asıl akıldır. Bu, aynı zamanda deney ve düşünme yoluyla elde edilen bilgilerin de esasını teşkil eder. 2-Müktesep Akıl: Garizî aklın kullanılmasıyla kazanılan akıldır. Sezgi, deney, düşünme ve öğrenim yoluyla oluşan bu tür akla mesmu, müstefâd ve tecrübî akıl adı da verilir. İdrak âleti olan akıl, felsefî anlamda insana has düşünme ve eşyanın sebeplerini yakalama melekesidir de. Bazı âlimler de aklı, şuurdan ve histen süzülmüş şuurun bir özeti, insanın en kıymetli cihazı, nuranî bir cevher, kâinatın sırlarını açan bir anahtar, âlemde tecelli eden Allah’ın isim ve sıfatlarını inceleyen bir âlet, tabiattaki sırları çözen bir keşşaf, insanı sonsuz hayatın mutluluğuna hazırlayan Rabbanî bir mürşit, yol gösterici, delil üzere giden, insana yüksek maksatlar ve bâki meyveler gösteren hikmetli bir hediye, zatıyla maddeden mücerret (soyut), fiiliyle maddeyle ilgili bir cevher şeklinde tanımlamışlardır. Doğru ile eğriyi, iyi ile kötüyü birbirinden ayıran bir hakem, güzel ile çirkini ölçen, aynı zamanda zıtları birbirinden ayıran, algının ve idrakin merkezi olan ve insanın en değerli hazinesi olan akıl, kalbe bağlı olarak dimağda yani beyindedir. Başta kendimizi, eşyanın hakikatini, sair varlıklarla aramızdaki münasebetleri ve hadiselerin arkasındaki sırları akılla anlamaya, idrak etmeye çalışırız. Ancak, gözün her şeyi göremediği, görmek için ışığa muhtaç olduğu gibi akıl da her şeyi anlayamaz. Güneş, ziya ve ışık kaynağıdır. Ay, kendi zatında kesiftir, karanlıktır, parlaklığını, nurunu güneşten almaktadır. Kalbi güneşe, aklı kamere benzetirsek; aklın ışığı, nur-u kalpten gelir, kalbin nuru da vahiyden. İnsanoğluna bahşedilen en büyük duygu, en mükemmel lâtife, en muazzam güç kaynaklarından olan akıl ve zekâ gücü, tabiattaki büyük güç kaynaklarını kontrol edebilen ve harekete geçirebilen, doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden ayırabilen, hayırlı ve güzeli isteyen, iyilikten lezzet alan, çirkin ve yanlıştan kaçan, kötülükten elem duyan, ruhumuzun esaslı, güçlü fonksiyonu, rabbimizin bizlere en büyük nimeti olan aklımızı, nefsimizin ve şeytani düşüncelerin yolunda kullanmamak dileği ile selam ve sevgilerimi sunarım. 25.04.2013
Hamit KURT
|