Bilindiği üzere, Osman Gazi’ye “devlet” müjdesi, Şeyh Edebali’nin evindeki Kur’an-ı Kerim’e gösterdiği saygı üzerine gördüğü rüyayla verilir. İslam tarihinin sahabe devrinden sonraki en ihtişamlı zamanı, hiç şüphesiz Osmanlı Devleti dönemidir. Bu dönemin belki de en önemli özelliği padişahtan halka kadar herkesin Peygamber Efendimiz’e (sas) karşı muhabbetle dolu olmasıdır. Peygamber Efendimiz’in (sas) adı her anıldığında salât ü selam getirme, onun muhabbetinin gönüllerde yer ettiğine işareten elin kalbin üzerine koyulması adeta bir hayat tarzı haline gelir. Şeyh Edebali’nin manevi terbiyesinde yetişen Osman Gazi, tebaasını İslam ahlakıyla donatarak her işinde Allah’ın rızasını ve Resulullah’ın şefaatini arayan bir topluluk haline getirir. İ’lâ-yı kelimetullah davasını üç kıtada hâkim kılmak, işte bu küçük topluluğa nasip olur. Osmanlı Devleti döneminde fethedilen yerler bütün İslam tarihi boyunca fethedilen yerlerden daha fazladır. Devlet en geniş sınırlara ulaştığında yaklaşık 24 milyon km2 yüz ölçüme sahipti. Bu fetihlerin altında Kur’an-ı Kerim’e gösterdiği hürmet sebebiyle muazzam bir devletle müjdelenen Osman Gazi’nin, oğlu Orhan Gazi’ye söylediği, “Ey oğul, değildir bizim davamız kuru cihangirlik davası, bizim davamız nizam-ı âlem, yani i’lâ-hi kelimetullahtır.” nasihati yatar. Orhan Gazi ise, oğlu I. Murat’a, “Oğul, Kur’an-ı Kerim’in hükmünden ayrılma. Adaletle hükmet, gazileri gözet, fakirleri doyur, dine hizmet edenlere bizzat hizmet etmeyi şeref bil. Zalimleri cezalandırmakta gecikme, en kötü adalet geç tecelli edendir. Sonunda hüküm isabetli dahi olsa geciken adalet de bir nevi zulümdür.” Der. Bundan dolayıdır ki Osmanlı Devleti gittiği yerlere adalet, insanlık, kültür ve medeniyet götürür. 1.Murad’ın Kosova’da şehit düşmesinden sonra Osmanlı Devleti’nde hizmet bayrağını Yıldırım Bayezid devralır. Yıldırım Beyazıt’a yaptığı fetihlerden dolayı Abbasi Halifesi tarafından “Sultanı İklim-i Rum” unvanı verilir. İlk defa onun döneminde Mekke ve Medine’nin fukarasına sürre gönderilir. Peygamber Efendimizin müjdelediği komutan olabilmek için İstanbul’u kuşatan ilk Osmanlı padişahı da yine Yıldırım Beyazıt’tır. Oğlu Çelebi Mehmed ise Yıldırım Beyazıt döneminde başlayan Mekke ve Medine’ye sürre gönderilme geleneğini resmileştirendir. Süleyman Çelebi, Peygamber Efendimiz (sas) için ‘Vesiletü’n-Necat’ adlı Mevlid-i şerifini de bu dönemde yazar. Yıldırım Beyazıt’dan sonra torunu II. Murat, Peygamber Efendimizin müjdesine mazhar olabilmek niyet ve azmiyle İstanbul’u bir kez daha kuşatır. Oğlu Fatih’in doğumunda sabaha kadar uyuyamaz, Kur’an-ı Kerim okur ve doğacak çocuğunun müjdesini bekler. Tam Sûre-i Feth’i okurken beklediği müjde gelir. “Sultanım, müjdeler olsun bir oğlunuz oldu.” denilince Sultan ll.Murat, “Elhamdülillah, ravza-i Murat’ta bir gül-i Muhammedi açtı.” der ve oğlunun adını Mehmet koyar. Bu isim ki, Peygamber Efendimizin ismiyle aynı manayı ifade etmektedir. İleriki yıllarda oğlunun İstanbul’u fethedeceği, Hacı Bayram-ı Veli tarafından kendisine müjdelendiği için kendi isteği ile tahttan çekilir. Sultan ll. Murat bıraktığı eserlerin çokluğu sebebiyle “Ebül Hayrat” lakabıyla da anılır. Nihayet, Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethederek Peygamber Efendimiz’in (sas) “Konstantiniyye bir gün fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, onun askerleri ne güzel askerlerdir.” hadis-i şerifinin müjdesine nail olur. Fatih, yaptırdığı medresenin girişine bir çukur açtırır ve üzerine bir ızgara koydurur. Vasiyetinde de medrese talebelerinin ayaklarının çamurundan biriken toprakla mezarının kapatılmasını ister. Böylece Allah’ın rızasını kazanmayı arzu eder. Halk arasında ‘Bayezid-i Veli’ olarak bilinen Fatih’in oğlu ll. Beyazıt da Peygamber Efendimiz için naatlar yazar, “Allah yolunda tozlanan kulun tozları ile cehennem dumanı katiyen bir araya gelmez.” hadis-i şerifini hayatının ölçüsü yapar ve seferlerde üzerine yapışan tozları toplatır. Bu tozları vefatından sonra kabrine, başının altına konulmasını vasiyet eder.
Mekke ve Medine’ye Osmanlı bayrağı neden çekilmedi?
Mekke ve Medine’nin hizmetini ve hilafeti devralmak ise Bayezid-i Veli’nin, “Biz canımızı Müslümanların ittihadı (birliği) uğrunda feda etmiş bir milletiz.” sözüyle dikkat çeken oğlu Yavuz Sultan Selim’e nasip olur. Yavuz, Mısır seferi öncesinde sıkıntılı günler geçirmektedir. Nedeniyse bir İslâm devleti üzerine düzenleyeceği sefere Müslümanların nasıl tepki vereceğidir. Daha da önemlisi Peygamber Efendimizin bu seferden hoşnut olup olmayacağıdır. İşte bu dönemde görülen bir rüya Yavuz Sultan Selim’i rahatlatır. Kapı Ağası Hasan Ağa’nın gördüğü rüyaya göre gecenin bir vakti sarayın kapısı çalınır. Gelenler Arap kıyafetli, Arap simalı, nurani şahıslardır. Ellerinde birer sancak vardır. Kapıyı vuran nurani şahsın elinde padişahın ak sancağı bulunur. Hasan Ağa’ya der ki: “Bu gördüğün Rasulullah’ın (sas) ashabıdır. Bizi Resulullah (sas) gönderip selam etti. Gördüğün dört kimseden bu Hz. Ebubekr-i Sıddık, bu Ömerü’l-Faruk, bu Osman-ı Zinnureyn’dir. Ben ise Ali bin Ebu Talib’im. Var Selim Han’a selam söyle. Haremeyn hizmeti ona verildi.” Padişah bu rüyayı dinledikten sonra hazırlıklar tamamlanır ve Mısır Seferi’ne çıkar. Sefer sırasında çöl geçilirken öyle bir an olur ki, Yavuz Sultan Selim atından iner ve tarif edilmesi zor bir tevazu ve edeple yürür. Padişahın yürüdüğü yerde devlet erkânının at üstünde gitmesi söz konusu olamaz. Bu sırada Hasan Can, “Hünkârım neden yürüyorsunuz?” der. Gözlerini bir noktaya diken padişah sessizce cevap verir: “Görmüyor musunuz Kâinatın Efendisi (sas) önümüzde yürüyor.” Der. Şu hadise de, onun samimiyet ve tevazuunun bir başka göstergesidir: Mısır’ın alınmasından sonra (1517) Melik Müeyyed Camii’nde Yavuz Sultan Selim adına hutbe okunur. Adet üzere hatip hutbede halifenin adıyla birlikte ‘Hakimü’l-Haremeyni’ş- Şerifeyn’ sıfatını kullandığında Yavuz Sultan Selim itiraz eder ve ‘Hadimü’l-Haremeyni’ş-Şerifeyn’ denilmesini ister. Yavuz kendini Mekke ve Medine’nin hâkimi değil hadimi, yani hizmetçisi olarak gösterir. Yavuz Sultan Selim, Cenabı Hakk’ın haremi Mekke’ye ve Resulullah’ın (sas) haremi Medine’ye askerle yürüyüp bu kutsal beldeleri teslim almaz. Mısır’ın Osmanlı’ya katılmasından sonra Mısır sultanlarına bağlı olarak Hicaz’ın idaresinde bulunan Mekke Emiri Şerif Berekat, ‘Emanât-ı Mübareke’yi oğlu ile Yavuz’a gönderir ve Osmanlı Devleti’ne bağlılığını bildirir. Ancak; ne Yavuz Sultan Selim ne de sonraki padişahlar Mekke ve Medine kalelerine Osmanlı bayrağı çektirmezler. Nedeni ise, bir zamanlar Peygamber Efendimizin (sas) sancağının dalgalandığı yerde başka bayrakların dalgalanmasını uygun görmemeleridir. Asırlar sonra diplomatik sebeplerle Sultan Abdülaziz zamanında Medine’ye ve ikinci Abdülhamit zamanında ise Mekke’ye Osmanlı bayrağı çekilir. Osmanlı’nın sonuna kadar Hicaz, Hz. Peygamber’in soyundan gelenler tarafından idare edilir ve buraya İstanbul’dan gönderilen görevlilerde vali değil muhafız unvanını kullanırlar. Hayatlarını, altı asrı aşkın bir süre İslam’a hizmet için adayan Osmanlı Padişahları ve onunla bu hizmet kervanının kadim halkasını oluşturan tebaasını bir kez daha rahmetle, minnetle anıyor, gönülleri fethederek okyanuslar ötesine taşıdıkları dini mübini İslam’ı ve Hz. Muhammet Mustafa (SAV)’nin sevgisini başta kendi özümüzde, aile bireylerimizin özünde yaşamak ve yaşatmak ümidiyle selam ve sevgilerimi sunarım. 27.04.2013
Hamit KURT
|