Aklî, bedenî, ahlâkî ve ruhani en mükemmel meleke ve yeteneklerle donatılmış olan insanın can güvenliğine, başka bir ifade ile hayat hakkına büyük önem verilmiş, hayatının dokunulmaz olduğu, yaşama hakkına saygı gösterilmesini sağlamak için bir takım maddî ve manevi yaptırımlar getirilmiştir. Hiçbir fark gözetmeden, yaşama hakkını bütün insanlara tanıyan İslâm, yalnızca bu hakka yönelik tecavüzleri önleyici tedbirleri almakla yetinmemiş, aynı zamanda kurduğu yardımlaşma ve dayanışma düzeni içinde insanların asgarî hayat şartlarını ve temel ihtiyaçlarını temin etmeyi de topluma vazife olarak vermiştir İnsan, mümin olsun olmasın, Allah’ın kulu ve güzel bir emanetidir. Bundan dolayı, hürmet edilmeye lâyık bir varlıktır. İnsanlar arasında, insan olma bakımından her hangi bir fark görmemek, onları eşit hak ve görevlere, kıymet ve değerlere sahip varlıklar olarak kabul etmek, İslâm’ın temel anlayışıdır. Bu nedenledir ki İslâm’da insanın can güvenliğine, diğer bir ifadeyle hayat hakkına büyük önem verilmiş ve insan hayatının dokunulmaz olduğu belirtilmiştir. Öyle ki, İslâm’da canın muhafazası önemli bir yer tutmaktadır. Hatta dinin, canın, aklın, neslin ve malın korunması şeklinde sıralanan bu beş temel ilkenin hepsinin, dolaylı ya da doğrudan, canın korunması ile bir ilgisinin bulunduğunu söylemek mümkündür. Bu değerler sıralamasında canın muhafazası, bazı durumlarda, ilk sırada yer alan dinin muhafazasından daha önce gelmektedir. Nitekim canın muhafazası için, dinin kesin olarak yasakladığı bazı haramların yapılmasına izin verilmesi, hatta bazı durumlarda, bu tür yasakların işlenmesinin zorunlu oluşu, insan hayatına verilen önemi vurgulayacak nitelikteki uygulamalardır. İnancı, rengi, ırkı ve sosyal konumu ne olursa olsun her insanın hayatını dokunulmaz bir değer olarak kabul eden İslâm dini, insan hayatına yönelik her türlü saldırı ve tehlikeyi de en etkili şekilde önlemeye çalışır. İnsanın bilinçli bir şekilde herhangi bir fiille kendi yaşamına isteyerek son verme olayı olan intihar İslam’da, dinin temel amaçlarının başında gelen, nefsin korunması ilkesinin bir sonucu olarak, kişinin nasıl haksız yere başkasını öldürmesi yasaklanmışsa, kendi canına kıyması da aynı şekilde yasaklanmıştır. Kur’an’da geçen ve öldürmeyi yasaklayan ayetler, her iki durum için de söz konusudur. Hangi sebeple olursa olsun, İslam dini intihar etmeyi büyük günahlardan saymış, bunu da şiddetle yasaklamıştır. Kur’an-ı Kerim’de; "Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda karşılıklı rıza ile gerçekleştirdiğiniz ticaret yolu hariç, batıl yollarla yemeyin. Ve kendinizi öldürmeyin. Şüphesiz Allah size karşı çok merhametlidir.” buyrulmuştur. Aynı şekilde Kur’an-ı Kerim’de haksız yere bir cana kıymış olanın, bütün insanları öldürmüş gibi olacağı bildirilmiş, “Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın..” mealindeki ayetle de kişinin kendi ölümüne yol açacak davranışlara girişmemesi vurgulanmıştır. Peygamber Efendimiz (SAV)’de, yedi helak edici günahın içerisinde cana kıymayı da sayarak gerek geçmiş ümmetlerden gerekse kendi sahabeleri arasından bazı örneklerle bu hususa dikkat çekmiş ve intihara karşı tavrını göstermek için de intihar eden bir kimsenin cenaze namazına katılmamıştır. İntihara yönelen kişilerin psikolojik durumları kadar, içinde yaşadıkları sosyal ve kültürel ortamın etkileri de bu olayın açıklanmasında büyük öneme sahiptir. Bazı insanlar, aşamadıkları sorunları intihar etmekle aşmayı uygun görebilmektedir. Fakat İslamiyet böyle bir çözüm şekline müsamaha ile bakmamaktadır. İntihar, tövbesi mümkün olmayan tek günahtır. İster küçük ister büyük olsun bütün günahlar için tövbe imkânı söz konusu olabilirken, ölümle hayat artık son bulduğu için herhangi bir tövbe imkânından bahsetmek mümkün değildir. İslam intiharı yasak kılmakla beraber intihar duygusu veya ona yakın bir halet-i ruhiye de olan insanları da kendi başlarına bırakmamış, inanç esasları, muamelat ve diğer ilkeleriyle bu durumdaki insanlara çözüm önerileri sunmuştur. Kişi, İslam'ın inanç esasları, temel ilkeleri ve adalet anlayışını içselleştirip, yeniden bir değerlendirmeye tabi tuttuğunda hangi sebepten kaynaklanırsa kaynaklansın intihar düşüncesinden vazgeçecektir. Her şeyi bilen, gören, işiten, adaleti bu dünyadaki hayatın her alanını kapsayan Allah, en zor zamanlarında merhamet ve rahmetiyle kişinin yanındadır. İnsana şah damarından daha yakın olan Allah Kur’an-ı Kerim-’de: “Bana dua edin, size icabet edeyim..” buyurmaktadır. Dolayısıyla, Allah’a inanan bir insan her ne türlü problemi olursa olsun Allah'tan asla ümit kesmemeli, O'ndan af dilemeli ve O’na sığınmalıdır. İnsan sıkıntılara göğüs germeli, acıya ve kedere karşı sabır göstermeli, şartları ne kadar kötü olursa olsun, Allah’a olan inanç ve güvenini yitirmemelidir. Müslümannın temel karakteri ve ilkesi işte bu olmalıdır. Üstelik bu yolda gösterilen sabır ve mücadelenin Allah katında büyük bir ecri ve değeri olduğunu unutmamalıdır. Hayatta karşılaşılan sıkıntı ve problemlerin birer sınav aracı olduğu, bunlara karşı sabır ve metanet gösterildiğinde ise sevap kazanılacağı Kur’an-ı Kerim’de belirtilmiştir. İslâm tarihinde toplu intihar olayları hiç yaşanmadığı gibi münferit bazı olaylar dışında intiharın toplumsal bir sorun haline geldiği de hiç görülmemiştir. Çünkü İslam, ümitsizlik hallerinde, çözüm şeklinin intihar olmasına müsamaha ile bakmamıştır. Günümüzde ise özellikle Batı toplumlarında intiharın, sosyal bir âfet halini aldığı da bir vakıadır. Ahlâkî ve manevi değerlerin zayıfladığı durumlarda kendisine sağlam bir dayanak ve güvenli bir sığınak bulamayan kimselere ölüm, yaşamaktan daha çok tercih edilir bir yol olarak görünmekte. İlmî veriler de, dini inançlarına bağlı kimselerde intihar nispetinin çok düşük olduğunu göstermektedir. Dini inancın, insanın ruhsal hayatındaki olumlu etkisi bilinen bir husustur. İnsan için ana, baba, dost, makam-mevki, para vs. güvence olabilir. İnsan yerine göre bu tür güvencelere ihtiyaç duyar ancak; bu tür güvenceler geçicidir; bugün varsa yarın yok olabilirler. Bu bakımdan bunlarla sürekli güven duygusu sağlanamaz. Bu tür güvencelerin ikinci bir niteliği de güven sağlama alanlarının sınırlı oluşudur. Güvensizlik doğurabilecek sayısız olaylar karşısında, doğması muhtemel bütün halleri karşılayacak geniş bir etki alanına sahip değillerdir. İnsan için sürekli yani geçici olmayan, güvensizlik duygusu doğurabilecek muhtemel her olay karşısında sığınılabilecek, gücü sonsuz olan bir güvence gerektir ki o da Allah’tır. Çünkü her şeye kadir olan Allah, mutlak bir varlıktır. İşte böyle bir varlığı güvence olarak kabul edip, ona teslim olan kişi, çevresinde olup biten ve durumunu sarsabilecek her türlü hadiseye karşı mukavemet gösterir, kişiliği rencide olmaz, dolayısıyla strese de girmez. Stres ve bunalımdan kurtulmak için Allah’a tam teslim olmak gerekir. Bu hal, ruhun mutlak’a açılabilme halidir. Bunun için gerekli olan şey de dini inançtır. Dinde iki müessese mutlak’a açılmada büyük rolü oynar. Bunlardan birisi ibadet diğeri ise duadır. Temeli güven duygusu olan sabır da önemlidir. İbadet ruhu yüceltir, kalbi kötü düşüncelerden arındırır, davranışları düzelterek kişiyi ahlâken olgunlaştırır. İnsan ibadet esnasında kendisini Allah’ın huzurunda hisseder ve ibadet süresince mümkün olduğu ölçüde Allah’la olan ilişkiler dışındaki uğraşılarından uzak durur. Kendisini dış etkilerden âdeta soyutlar, Allah’la baş başa olduğunun bilincine erişmeye çalışır. Böyle bir tutum ruhu mutlak’a açılmaya hazır hâle getirir. Kulun, Allah’tan yardım istemesi, iyilik ve rahmet dilemesi anlamına da gelen dua, bir başka ifade ile insanın gönülden Allah’a yönelmesi, hem kalbi hem de dili ile dileklerini O’na sunmasıdır. Normal zamanlarda insanın gücüne güç katan dua, karamsarlığa düşüp, ümidini yitirdiği anlarda dahi kalbinde parlayan ve ümit kapılarını açan bir ışıktır. İnsanın keder ve üzüntülerini hafifleten dua, ruhu huzura kavuşturan bir deva, felaketler karşısında ve acılı günlerde sarsılıp yıkılmaktan koruyan manevi bir güçtür de. Allah ile kul arasında bir bağ olan dua, ilahi rahmetin imdada yetişmesini sağlayan önemli bir vasıtadır. Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de; “Bana dua edince, dua edenin duasına cevap veririm...” (Bakara, 2/186) buyurarak duaları kabul edeceğini ve isteklere karşılık vereceğini bildirmektedir. Stres ve bunalım doğuran hadiseleri etkisiz bırakan önemli bir etken de hiç şüphesiz sabırdır. Sabır, başa gelen musibetlerden dolayı Allah’tan başka kimseye şikâyetçi olmamak, yakınma-mak, sızlanmamak nefse ağır gelen ve hoşa gitmeyen şeyler karşısında dünya ve ahiret yararını düşünerek, ruhî dengeyi bozmamak için insanın kalbinde bulunan sükûnet ve dayanma gücü demektir. Diğer ahlâki erdemlere de kaynaklık etmesi sebebiyledir ki, Kur’an-ı Kerim’de müminlere ısrarla, “Allah’tan yardım isteyin ve sabredin” (A’raf, 7/128 ) şeklinde sabırlı olmaları tavsiye olunmuştur. Türkiye İstatistik Kurumu da, son 10 yılda Türkiye’deki intiharların sayısının 2300’den 2816’ya yükseldiğini açıklamaktadır. İntiharlarda yüzde 35 artışın olduğu, intiharların en büyük bölümünü ise maalesef 25 yaş altı gençlerin oluşturduğuna dikkat çekiliyor. İnsanın kendisine yönelik bir şiddet biçimi olan intihar, kişinin çaresizliğinden doğar. İntiharın önemli nedenlerinden birisi de ruhsal açıdan umutsuzluk duygusudur. Umutsuzluk duygusu depresyon yani ruhsal çöküntü yaratır. Ruhsal çöküntünün de şayet genetik bir geçişle alakası yoksa bunu en çok tetikleyen de hayat olaylarıdır. Her intihar olayı sadece intihar eden için değil, toplumun bütünü için de bir kayıptır. Herkes bu kaybın acısını kendi içinde duymalı, neden bu kişiye yardım edemediğini sorgulamalıdır. İntihar tek bir faktörden olmadığı gibi, tek bir kişinin intiharı da değildir. Toplumsal değerlerin ve anlamın da kaybıdır. Bir kişinin intiharından aynı zamanda o toplum da sorumludur. İntihar girişimini tetikleyen önemli sosyal sebeplerden biri de aile bağlarının zayıflamasıdır. Gençlerde ergenlik dönemi fırtınalı bir dönem olduğu için alkol ve uyuşturucu kullanımı da gençleri intihara sürükleyen bir diğer etkenler arasında yer alır. Özellikle cesaret uyandıran “Ecstasy” gibi uyarıcı haplarda, ölüme karşı cesaret duygusu verir. Aile bağları zayıf olan, kötü arkadaş gurubu içerisinde yetişen, dini değerlerden yoksun bırakılan ve parçalanmış ailede yetişen çocuklarda potansiyel bir intihar tehlikesi her zaman vardır. Bu bakımdandır ki intiharların önüne geçebilmek için özellikle ergenlik dönemlerinde inanç değerleriyle bezenmiş anne ve babaların rehberliği intiharları önlemede büyük önem arz edecektir.19.06.2013
Hamit KURT
|