Haksıza ve haksızlığa karşı hakkın ve haklının yanında yer almak müslümanın olmazsa olmaz vasfıdır. Konusu ne olursa olsun zalime destek olmak, zulmüne ortaklık etmek gerçek bir müslümanın, vicdan ve insaf sahibi insanın yapacağı bir iş değildir. Zalimden yana olmak, Allah’a karşı olmak demektir. Zalimi desteklemek şöyle dursun ona ve fiiline kalben destek olmak bile azap sebebidir. Cenabı Allah, zulmün her çeşidini yasaklayarak zalimleri korkunç azap ve akıbetlerin beklediğini Kur’an-ı Kerim’de bizlere şu ayetlerle haber veriyor; “Sakın zalimlerin yaptığından Allah’ı gafil sanma! O, sadece onları, gözlerin dehşetten donup kalacağı, bir noktaya dikilip bakacağı bir güne erteliyor.” (İbrahim, 42), “Zalimlere en ufak meyil göstermeyin, yoksa size de ateş dokunur.”(Hûd, 113), “Biz sana, insanlar arasında Allah’ın sana gösterdiği gibi hüküm vermen için hakikatin ifadesi olan bu vahyi indirdik. Sakın hainlere taraftar olma.”(Nisa, 105), “Zalimler asla felah bulmazlar.” (Enam, 21) Bu sebepledir ki, Yüce Mevlâ ihmal etmez imhal eder. Peygamber Efendimizde; “Hiç şüphesiz Allah zalime mühlet verir, yakalayınca da kaçmasına fırsat vermez.” (Müslim, Birr 61), “Ben zulmü kendi nefsime haram kıldım. Sizin aranızda da yasakladım” (Müslim, Birr 55) buyurmak suretiyle zulmün yerine adaleti ikame etmiştir. Bilindiği üzere zulüm, adaletin zıddıdır. Adil olmayan her davranış zalimane davranıştır. Mülkün temeli ise adalettir. Bu adalet temelini dinamitleyen her devlet, kurum, kuruluş ve kişiler, mülkün zevaline sebep olurlar. İnsanoğlu şunu unutmamalıdır; imtihan dünyasında Allah zalimlere fırsat verir, herkes kendi karakterine uygun davranışlar sergiler, fakat sonunda dünyada da ahirette de iyi veya kötü şekilde amellerin karşılığı bir gün mutlaka ama mutlaka görülecektir. Peygamber Efendimizde bir başka hadislerinde; “Bir kimse zalim olduğunu bildiği halde yardım maksadıyla zalimle birlikte adım atarsa İslamdan çıkmış olur.” (Keşfû’l Hafâ, 2627) buyurmuşlardır. Zulme ve zalime destek çıkmak aynı zamanda azap ve helâk sebebidir. Destek olmak bir tarafa zulüm ve zalimlere karşı cephe olup savaşmamak bile büyük suçtur. Bu sebepledir ki Kur’an-ı Kerim’de Cenab-ı Allah; “Düşmanlık ancak zalimlere karşıdır.” (Bakara, 193) Buyururken, Peygamber Efendimizin şu hadisleriyle de “Allah’a yemin ederim ki; ya iyiliği emreder, kötülükten nehyeder, zalimin elini tutup zulmüne mani olur, onu hakka döndürür ve hak üzerinde tutarsınız; ya da Allah Teâlâ kalplerinizi birbirine benzetir. Sonra da İsrailoğullarına lanet ettiği gibi size de lânet eder.” (Ebu Dâvud, Melâhim 17), “Cihadın en faziletlisi zalim sultanın karşısında hakkı söylemektir.” (İbni Mace, Fiten 20) konunun önemine dikkat çekilmiştir. İslam’da cihadın gayesi zulmü ortadan kaldırmaktır. Peygamberlerin mücadelesi de daima zalimlere ve zorbalara karşı olmuştur. Firavunlar, Kârunlar, Nemrudlar, Ebû Leheb ve Ebû Cehiller zulüm cephesinin elebaşları, önderleri olarak hakkın ve haklıların karşısına dikilmiş, mazlumlara bir zamanlar kan kusturmuş, alın teri, kan ve gözyaşlarının üzerine saltanatlarını kurmuşlardı. Gönderilen bütün peygamberler mazlumların, ezilenlerin, değer verilmeyenlerin safında yer alarak hak ve adâletin zaferi için çalışmışlardır. Müstekbirler karşısında Mutsazafların sığınağı olmuşlar, Bilaller, Habbab b. Eretler, Suheybî Rûmîler, Selman-ı Farisîler Hz. Peygamberin himayesinde nübüvvet limanına sığınmışlar ve hayat bulmuşlardır. Peygamberler tarihinin tamamı bir bakıma, zalimlerle mazlumların mücadelesi tarihidir. Peygamberlerin varisleri olan âlimler de mazlumların safında yer almışlar hakkın ve haklının mücadelesini bayraktarlığını yapmışlardır. Ebu Hanife, Hasan Basrî, İz b.Abdüsselam gibi, boyun eğmeyen, hak ve adalet uğruna başta hapis olmak üzere her türlü işkenceyi göze alabilen âlimler var oldukça zalimler, daima tedirgin olacak ve zulme cesaret edemeyeceklerdir. Özellikle yöneticiler daima zayıflardan yana olması gerekir. Nitekim Hz. Ebu Bekir (ra) halife seçilince irad ettiği ilk hutbesinde şunları ifade etmişlerdir; “Ey ahali! İçinizde en layığı ben değilken üzerinize halife seçildim. İyi hareket edersem bana yardımcı olunuz. Fena harekette bulunursam beni doğrultunuz. Doğruluk güvenlik, yalancılık ise güvensizlik doğurur. Sizden kuvvetli olanlar, üzerinden başkasının hakkını alıncaya kadar benim yanımda zayıf sayılır. Her zayıf kişi de hakkını alıverinceye kadar benim yanımda kuvvetli sayılır.” Güçlü olmak haklı olmakla mümkündür. Zalim, ne kadar güçlü olursa olsun başkasının hakkını ihlal ettiği sürece zayıf sayılır. Zalimlerin gücü, etrafındaki yağcı ve dalkavuklar gürûhundan, çıkar ortaklığı bulunanlardan ve kalabalıkların ürkeklik ve korkaklıklarından kaynaklanmaktadır. Zülme karşı yiğitçe, mertçe direnen az bir topluluk, yıkılmaz sanılan zulüm kalelerini dahi yıkmıştır. İslam tarihi ve yakın tarihimiz bunun örnekleriyle doludur Çünkü zalimlerin güçleri emanet güçtür ve menfaate dayalıdır. Destekler çekilince birden bire aciz ve zavallı duruma düşüverirler. Bütün mesele, haklıların da en az haksızlar kadar cesur ve dirençli olmasıdır. Bu, her şeyden önce iman, kendine ve davasına güvenmesiyle olur. Gerçekte dindarlık, haksızlığa karşı direnişin sembolü olması gerekirken bazı müslümanların sömürünün, emperyalizmin yanındaymış gibi gözükmesi veya gösterilmesi son derece tuhaf ve üzücüdür. “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” diyen bir peygamberin ümmeti, sosyal ilişkilerdeki aksaklıklara karşı duyarsız kalarak kendisini kâmil bir Müslüman sayması mümkün değildir. Asıl olan ise haktan ve haklıdan yana olmaktır. Zulme uğrayanların haklarını korumak için kurulan Hılfu’l Fudûl (Erdemliler Teşkilatı)’a peygamber olmadan üye olan ve yine üye olurum diyen bir Peygamberin ümmetleri zalimlerle asla ve asla bir safta yer almazlar. Dünyada zalimlerle aynı safta olamaz, olanlar ise zalimlerin yurdu olan cehennemde olacaklarını akıllarından çıkarmamalılar. Kur’an-ı Kerim, erkek, kadın ve çocuklardan zayıf düşürülmüş, zulme uğramışlar için çaba sarfetmeyi, hatta gerektiğinde onlar için savaşmayı müminlere bir sorumluluk olarak yükler. Yoksa aksi bir durumun onlar için düşünülemeyeceğini ifade eder. (Nisâ, 75.) Ne var ki, zaman zaman insan çevresinde meydana gelen haksızlıklara karşı duygusuz ve duyarsız bir hâle gelmektedir. Hak, hukuk tanımayanlara karşı pasif ve sessiz kalmaktadır. Bazen bunu zalimin, zorbanın oluşturduğu şiddetten korkarak yapar. Belki de ona karşı duygusal ve düşünsel bir eğilim de gösterebilir. Zamanla onun yanında yer alarak ona dayanarak hayatını sürdürebilir. Bazen onların yaptığı bütün haksızlık ve zulümleri görmez-den gelebilmekte hatta onlara yardımcı olabilmektedir. İşte Kur’an, insanı bu durumlara karşı uyarmakta ve son derece dikkatli olmaya davet etmektedir. Kur’an-ı Kerimde, zalimlerin yanında yer almak, onlara destek çıkmak şöyle dursun, onlara karşı duygusal bir eğilim içerisinde bulunmak bile yasaklanmıştır. Çünkü duygusal yöneliş, zamanla haksızlıklar karşısında sessiz kalmaya, hatta destekçi olmaya kadar götürebilir. Bu bakımdan Kur’an da, bizlere zulüm ve haksızlıklara karşı net bir duruş ve kesin bir tavır almak emrediliyor. Zalimlere meyletmek, zulme bulaşmak, zulme bulaşmak da cehennem ateşine maruz kalmak anlamına geldiğini asla unutmamalıyız. 16.07.2013
Hamit KURT
|