Hep şikayet ederiz. Çocuklarımızdan, sağlığımızdan, komşularımızdan, parasızlığımızdan, imkanları geniş bir hayatı yaşayamamaktan, eşimizden, idarecilerden, işimizden vs. Ama; hiç düşünmeyiz onca şikayetçi olduğumuz bu değerlere karşı suçumuz nedir diye? Sağlığımızdan şikayet ederken, onu zinde tutmak için hiç bir çaba göstermeyişimiz, maddi yönde yüksek düzeyli bir yaşamı arzularken, helal yoldan ve dünyada yetecek kadar değerlerimizi yok etmeden gerekli imkâna kavuşmak için çaba göstermeyişimiz, eşimizden şikayet ederken, onda gördüğümüz hataları kendimizde görmek istemeyişimiz, çocuklarımızdan şikayetçi olurken, onlara karşı sorumluluklarımızı ne oranda yerine getirip getiremediğimizi, onlara karşı zamanında vermemiz gereken önemli ve öncelikli değerlerden olan edep ve terbiyeyi veremediğimizi, milyonlarca işsiz varken, işsizlik yüzünden bunalıma girip intihar edenlerin dahi olduğu bir ortamda yaşarken, işimizi ve aldığımız maaşımızı beğenmeyişimiz. Şikâyet ederiz hep, bunlardan ve daha nicelerinden.. Kolay bir haldir şikayette bulunmak. Öyle ya;" Aciz insan şikayet eder, bilge insan çözüm üretir" sözünü dahi, ya görmezden gelir, yada kulaklarımızı tıkarız. Her alanda olduğu kadar geleceğimizin teminatı olan, göz bebeğimiz çocuklarımızda daha da yaygın hale gelen davranış bozuklukları nelerdir? bunların oluşum sebeplerini ebeveynler ve idareciler olarak hiç düşündük mü? Son zamanlarda artış gösteren, kendisine, ailesine, okuluna, toplumsal alandaki tüm değerlere karşı gençlerdeki davranış bozukluklarındaki artışın nedenleri ve bunların çözümü konusunu paylaşmaya çalışacağım bu yazımızda. İkinci Dünya Savaşından bu yana, gençlik çağında işlenen suçların gittikçe arttığı ve büyük bir toplumsal sorun hâline geldiği gözlenmektedir. Sanayileşmeye bağlı olarak hızla büyüyen ve metropol köyler haline gelen kentlerde, gençler arasında çatışma, soygun, yaralama, adam öldürme, içki ve uyuşturucu kullanımı, cinsel sorumsuzluk gibi sebeplerle onların bazı yasakları çiğnemeleri yaygınlaşmaktadır. Bu durumun düşündürücü yönü ise suçluluk oranındaki yükselişin genç nüfusun artışından daha hızlı olmasıdır. Örneğin, ABD'de yalnız 1960-1970 yılları arasında saldırı ve şiddet olaylarında %159, mala yönelik suçlarda ise %75 artış olmuştur. Yapılan istatistiklere göre bu ülkede genç erkeklerin %22'si, henüz 18 yaşlarına varmadan bir kez çocuk mahkemesine çıkmaktayken, yılda 2 milyon gencinde evlerinden kaçtığı sonucuna ulaşılmıştır. Özellikle gelişmiş ülkelerde, kızlar arasında suça eğilim de kaygı verici bir hızla artmaktadır. ABD'de gençlik suçluluğuna ilişkin şu sayılar, durumun vahametini sanırım yeterince gösteriyor. ABD’de, bütün suçlardan tutuklanan insanların %43'ü, 18 yaşından küçüktür. İşlenen suçların dökümü yapıldığında ise ortaya şöyle bir sonuç çıkıyor: Adam öldürmelerin %10'u, yaralama olaylarının %11'i, cinsel saldırıların %92’si, silahlı soygunların %34'ü, ev sorunlarının %53,2’si ve araba hırsızlıkla-rının %55'i gençler tarafından yapılıyor. İntihar olayları da, bu dönem gençliğinde son 20 yılda 2,5 kat artarken, resmî kayıtlardaki sayılarına bakıldığında ülkemiz gençlerinin suç oranlarının, gelişmiş ülkelerdeki oranların çok gerisinde olduğu görülür. Ancak; polis ve mahkeme kayıtlarına geçmeyen, gizli kalmış suç oranının da yüksek olduğu gerçeğinin unutulmaması gerekir. Toplumumuzda, büyük kentlerdeki sürekli artışa karşın, gençlik suçluluğu büyük boyutlarda değildir. Köylerdeki geleneksel kız kaçırma, kan davaları suçları azalarak sürerken, kentlerde hırsızlık suçları ise ilk sırada yer alıyor. Gençlik suçluluğunun nedenleri çok çeşitlidir. Başka bir ifadeyle, tek bir nedenle meydana gelen bir sosyal hastalık değil, bilakis birçok etkenin belirlediği bir davranış bozukluğudur. Kötü ahlaka sahip bir genci, suça yönelten nedenleri dört ana başlık altında toplamak mümkündür: 1-Gençlerin yapısı, özellikleri ve yeteneklerine ilişkin etkenler, 2-Gençlerin yetiştiği aile yapısı, aile içi iletişim bozukluğu ve düzensizlikler anne ve baba ilişkileri, 3-Gençlerin boşanmış ailelerde yetişmeleri. Özellikle boşanan bayanların ruh sağlıklarının bozulması ve bozuk ruh halleriyle çocuklarına karşı verimli olamamaları, 4-Gençlerin ve ailenin, içinde yaşadığı toplumsal ortam, ailede alkol ve uyuşturucu kullanılıp kullanılmadığı, maddî hayat koşulları ve ailesinden alamadığı dinî eğitimden yoksun olarak yetişmeleridir. Bu etkenler, birbiriyle sıkı sıkıya ilişkili olarak sonucu belirler. Kimi zaman bir etken, kimi zaman da başka bir etken ağır basar. Ancak sonuç, tüm olumsuz etkenlerin bir bileşkesi olarak ortaya çıkar. Araştırmalarda incelenen suçlu gençlerin özellikleri de şöyle ifade ediliyor: Beden yapısı daha iri ve güçlüdür, ergenliğe daha yavaş girer, ergenlikten sonra yaşıtlarına yetişir ve onları geçerler. İçlerinde donuk zekâlılar olduğu gibi, parlak zekâlılar da vardır. Ancak; suç işleyen gençlerin zekâlarının ortalaması, kontrol grubu gençlerinkinden daha düşük bulunmuştur. Buna karşılık suçlu gençlerin okul başarıları, zekâ ve yeteneklerinin çok altındadır. Okumaktan ve okuldan nefret ederler, çoğu okulu bırakmak isteyerek sık sık okuldan kaçar. Öğrenme güçlükleri ve soyut düşünmede gerilikleri belirgindir. Bu ortam, genellikle sevgiden yoksun, güven veremeyen, karışık ve çatışmalı bir aile ortamından kaynaklanır. Çocuğun kişilik gelişmesini aksatacak, ruhsal uyumunu bozacak pek çok etken bir arada bulu- nur. Kavga, içki, geçimsizlik, vb. anne ve babalarda ruhsal dengesizlik, antisosyal eğilimler çocukların kişilik gelişimlerini etkiler. Örneğin, 116 suçlu gencin ailelerini inceleyen Lander, "1941" annelerin %31'inin, babaların da %36'sının ruhsal bakımdan dengesiz olduğu sonucuna varır. Özellikle boşanan bayanlarda bunun daha sık görüldüğü sonucuna ulaşılır. Bu ailelerin %85'inde şu etkenlerden biri çok belirgindir: Bunlar, annenin çocuğu benimseyip, sonra onu dışlaması, babanın çocuğu benimsememesi, anne ve babanın ruhsal dengesizlikleri ile ailedeki geçimsizliklerdir. Yine, yapılan bu incelemede ailelerin yarısında, etkenlerden her üçü bir arada bulunmuştur. Çocuğun antisosyal eğilimlerini destekleyen, genellikle evde kötü davranan, bencil, başkalarının duygularına karşı duyarsız ve aile içerisinde anlayışsız bir insandır. Annede, çoğunlukla çaresizce sürekli bir şekilde yakınacaktır. Ancak, kocasına karşı çıkamayan, ezik bir kurbandır aynı zamanda. Kendinden iyi bir davranış beklenmediğini gören çocuk, anne ve babaya karşı bu ters kimliğini savunma çabasına girer. Bütün aile üyeleri de yalnız ona karşı dayanışma içerisine girer ve onu dışlarlar. Kimi zaman davranışı bozuk ve yeteneksiz olan değil, olumlu özellikleri olan bir çocuk da ezilen rolünü üstlenebilir. Sevilmeyen birisine benzemesi, kız beklerken erkek çocuğun dünyaya gelmesi, çocuğun anne veya babadan birisine itilmesine neden olabilir. Çocuğun olumsuz bir özelliği abartılarak ve sürekli başına kakarak olay olduğunun dışına çıkarılmamalıdır. Yani, “Sen olmayınca bu evde huzur vardı, sen gelince evin tadı-tuzu kaçtı.” denilmesi gibi. Kimi gençlerin davranış bozukluğu, nevrotik veya tepkisel de olabilir. Örneğin, boşanmadan ve ölüm olayından sonra ortaya çıkan davranış sapmaları bu türdendir. Babasız büyümekten daha zor ve acı olan bu durum, babası yaşarken bir gencin baba özlemi çekmesi gibidir. Babasının olduğunu bilen ama aranmayan, sorulmayan, merak edilmeyen bir çocuk ve gençte, benlik saygısı büyük bir yara alır. Ülkemizde, kız çocukları arasında evden kaçmalar ve sorumsuzca davranışların artış göstermesi, suç işleme oranları, genelde erkeklerle kıyaslanmayacak kadar düşüktür. Ceza ve ıslah evlerinde yatan genç kız sayısı erkeklere oranla oldukça düşüktür. Yine, bir başka önemli konuda evlilik dışı gebelik ve doğum olaylardır. Sonucu düşünülmeden cinsel ilişkiye girerek gebe kalmak, genç kızlar için bir başkaldırma yolu ve kimlik bocalamasının belirtisi olmaktadır. Erkekler tarafından beğenilme ve peşlerinden gidilme arzusu, kızların kimliklerinin bir parçasıdır. Evlerinde sevgi, ilgi ve anlayışı bulamayan genç kızlar, erkeklerden gelen sahte ilgiye ve tatlı sözlere daha çabuk kapılıp cinsel birleşmeyi bu sevginin bir bedeli olarak görürler. Yalnızlığını ve umutsuzluğunu kısa süreli de olsa gideren böylesi bedensel yaklaşımlar ona, sevilmenin ve kadın kimliğinin bir kanıtı gibi gelir. Aile içi bunalımlarda, boşanma ve ayrılıklarda genç kızların benlik gücü zayıflar, sorunlardan bir kaçış yolu olarak cinsel ilişkiyi seçerler. Özellikle, anneleriyle sık sık çatışma içerisinde bulunan genç kızlar, bir öç alma duygusuyla bilinç dışı bir davranış sergileyerek yanlış işler yapabilirler. Çocukluk dönemlerinde cinsel saldırıya maruz kalmış, yakın bildiği, güvendiği erişkin erkeklerce aldatılıp cinsel istismara uğrayan, cinsel bakımdan sömürülen kızlar, gençlik dönemlerin de cinsel dürtülerini dizginlemekte güçlük çekerler. Ülkemizde suçlu gençlerin başlıca özelliklerini özetleyecek olursak, bu gençlerin en az bir yıl sınıfta kalmış, okulda başarısız olan öğrencilerdir. Bunların %36,6’sı okuldan kaçarken, %26'sı suç işlemeden önce evi terk etmiş, %17'si de birden çok suç işlemiştir. Gençlerin %70'inin çocukluk dönemlerinde çalma alışkanlığı olduğu saptanmıştır. Suçlu çocukların ancak yarısı anne ve babaları tarafından sevildiklerini bildirirken, annesince sevildiğini söyleyenlerin oranı, babalarınca sevildiğini söyleyenlerden üç kat daha fazladır. Suçlu gençlerin %46,6’sı da, ölüm veya ayrılık nedeniyle bir süre anne-babalarından ayrı yaşamak zorunda kalmışlardır. Kötü niyetli bazı gençler, çevrelerindeki zengin kesimlere özenir, özenmekle kalmaz kıskançlık ve kin ile bakarlar. Çalışarak, yasal yollarla onların ekonomik seviyelerine çıkamayacaklarını düşünen bu gençler, içinde bulundukları maddî imkânlarının yetersizliğini, çevresindeki zenginlerin malvarlıkları ile karşılaştırırlar. Önce umutsuzluğa düşer, sonra da öfkeye kapılırlar. Kendi kötü koşulları içinde sıkışıp kaldıklarını görerek buna tepki gösterirler. Bu tepkileri de genelde saldırganlık, çalma, yıkma, kırma, kuralları çiğneme ve zarar verme biçiminde olur. Her fırsatta şikayetçi olduğumuz, ne hikmetse hiç bir şekilde hatasını kendimizde görmek dahi istemediğimiz yukarıda sıraladığımız bazı şikayetlerimizden olan ve hayatımızda önemli bir yer tutan gençlerimizin ihmal edilmelerinden kaynaklı uğrayacağımız zararların bir kısmını sizlerle kısaca paylaşmaya çalıştım. Unutmayalım ki, ailesine ve gençliğine sahip çıkamayan, onları milli ve manevi değerlerle bezendirmeden yetiştiren her ebeveny, kendilerini ve insanlığı yok edecek bir nesil ile iç içe yaşadığını da gözardı etmemeliler. Selam ve esenlik dileklerimle... 04.12.2013
HAMİT KURT
|